
Bir zamanlar, büyük bir şehirde şehrin en meşhur restoranlarından birinde çalışan yetenekli bir aşçı yaşarmış. Bu aşçı, sadece yemek yapmayı değil, insanları mutlu etmeyi de çok severmiş. Ama yıllar içinde hep lüks mutfakların içinde çalışmak, onu sokakların hareketli ve canlı dünyasından uzaklaştırmış. Bir gün, içindeki merakı bastıramamış ve “Acaba sokakta yemek satmak nasıl bir şey?” diye düşünmüş.
Bir sabah, şehrin pazarı kurulurken aşçı bir karar almış. Gün doğarken, evde hazırladığı malzemelerini toplayıp küçük bir tezgah kurmuş. Üzerine büyük harflerle “Bir Günlük Sokak Aşçısı!” yazan bir tabela yerleştirmiş.
Tezgahında, en sevdiği tariflerden biri olan özel “soslu gözleme” yapmaya karar vermiş. Yanına da kendi hazırladığı ev yapımı limonatalar koymuş. Ancak bir farkla: Gözlemeleri sade değil, peynirli, otlu ve baharatlı gibi çeşit çeşit sunuyormuş.
Günün ilk saatlerinde insanlar tezgaha merakla yaklaşmış:
“Sen buranın yeni satıcısı mısın?” diye sormuş yaşlı bir teyze.
“Güzel kokular geliyor, ne yapıyorsun burada?” diye eklemiş küçük bir çocuk.
Aşçı gülümseyerek herkese tariflerini anlatmış, gözleme yapmanın püf noktalarını paylaşmış. İnsanlar sırf bu neşeli, güler yüzlü aşçıdan bir şeyler almak için kuyruğa girmiş.
Gün boyu aşçı, hem gözleme pişirmiş hem de müşterileriyle hikayeler paylaşmış. Sokak satıcılığının göründüğünden çok daha zor ama bir o kadar da keyifli olduğunu fark etmiş. Sadece yemek yapmamış, insanlara dokunmuş.
Akşam olduğunda, tezgahındaki tüm yiyecekler tükenmiş. Yorulmuş ama çok mutluymuş. O gece, restoranına geri dönerken şöyle düşünmüş:
“Bir günlüğüne sokakta olmak, bana insanlarla olan bağımı hatırlattı. Yemek yapmak sadece bir iş değil, bir sevgi paylaşımıymış.”
Ve o günden sonra, restoranında da bu ruhu yaşatmaya devam etmiş. Her yemeğin içine bir parça sokak ruhu, bir parça da samimiyet katmış.