
Bir varmış, bir yokmuş… Uzak diyarlarda, yemyeşil vadilerden süzülerek akan bir nehir varmış. Bu nehir berrak, serin ve nazik akışıyla çevresine hayat verirmiş. Ağaçlar, çiçekler ve hayvanlar onun sayesinde susuzluklarını giderir, serinler, mutlu olurmuş.
Ama bu nehir hep daha büyük bir hayalin peşindeymiş. “Ben neden bir deniz olamıyorum?” diye iç geçirirmiş. “Uçsuz bucaksız, güçlü ve özgür olmayı çok isterdim.”
Bir gün rüzgâr nehrin fısıltısını duymuş. Ona yaklaşıp, “Neden deniz olmak istiyorsun?” diye sormuş.
Nehir içini çekerek, “Denizler büyük, güçlü ve sonsuz. Kimse onları sınırlayamaz. Ben de öyle olmak istiyorum,” demiş.
Rüzgâr tatlı bir şekilde esip, “O zaman akmaya devam et,” demiş. “Çünkü her nehir, sabırla ve kararlılıkla akarsa sonunda denize ulaşır.”
Nehir bu sözleri duyunca heyecanlanmış. Artık yolculuğunun her anını keyifle yaşamaya karar vermiş. Dağlardan vadilere, köylerden şehirlere akarken her damlasıyla hayat vermeye devam etmiş.
Ve günlerden bir gün… Nehir büyük bir maviliğe kavuşmuş! Önünde uçsuz bucaksız uzanan deniz, onu kucaklamış. Artık nehir deniz olmuş, ama yolculuğunda kazandığı her hatırayı da içinde saklamış.
İşte o günden sonra tüm nehirler bilir ki sabırla ve kararlılıkla akan her su, eninde sonunda hayallerine ulaşır.