
Bir zamanlar Anadolu’nun bir köyünde, fakir mi fakir bir Keloğlan yaşardı. Annesiyle birlikte küçük bir kulübede yaşar, geçimlerini sağlamak için tarlalarda çalışırlardı. Keloğlan ne kadar çalışırsa çalışsın, bir türlü fakirlikten kurtulamazlardı. Ancak o, her zaman sabırlı ve şükreden biriydi.
Bir gün Keloğlan, yorgun argın eve dönerken yaşlı bir dervişle karşılaştı. Derviş, elinde bir tas su ve bir kuru ekmek parçasıyla oturuyordu. Keloğlan dervişe selam verdi ve ona yardım edip edemeyeceğini sordu. Derviş gülümsedi ve şöyle dedi:
“Evlat, Allah’a olan inancın ve sabrın için bir ödül hak ettin. Sana cennetten bir ekmek vereceğim. Bu ekmek bitmez, ama onu doğru yolda kullanırsan sana bolluk getirir.”
Keloğlan şaşkınlıkla dervişe baktı, ama hediyeyi kabul etti. Dervişin verdiği ekmeği aldı ve eve döndü. Annesine olan biteni anlattı. Annesi önce inanmadı, ama Keloğlan ekmeği sofraya koyup bir parça kopardığında, ekmeğin hiç eksilmediğini gördü. O andan itibaren artık aç kalma korkuları kalmamıştı.
Keloğlan ve annesi bu nimeti sadece kendi için kullanmadı. Köyde kim açsa, kim yardıma muhtaçsa ekmeklerinden paylaşmaya başladılar. Fakirler artık aç kalmıyor, herkes birbirine yardım ediyordu.
Bir gün köyün zengin ve açgözlü ağası, Keloğlan’ın bu ekmeği sayesinde fakirlerin zenginleştiğini duydu. Hemen Keloğlan’ın evine geldi ve ekmeği zorla almaya çalıştı. Ancak ekmek, ağanın eline geçtiği anda taş gibi sertleşti ve yenilemez hale geldi.
Keloğlan, ağaya şöyle dedi:
“Bu ekmek, sadece Allah’a şükredenlerin ve paylaşmayı bilenlerin rızkıdır. Açgözlülerin elinde hiçbir işe yaramaz.”
Ağa utandı, yaptıklarından pişman oldu ve tövbe etti. Keloğlan ise ekmeğiyle tüm köye bereket getirmeye devam etti. Böylece köyde herkes barış içinde yaşamayı öğrendi.
Bu masal, paylaşmanın, şükrün ve dürüstlüğün önemini anlatır. Allah’ın verdiği nimetler, paylaşmayı ve doğru yolu seçenler için bereket getirir.