
Bir varmış, bir yokmuş. Uzak diyarlarda, bulutların arasına gizlenmiş büyüleyici bir şato varmış. Bu şato, sıradan bir yer değilmiş; içinde her gece yeni bir masal canlanırmış. Masal Şatosu’nun içinde yaşayan masal kahramanları ise her zaman kendi hikâyelerini en iyi olduğunu düşünerek anlatırlarmış.
Cesur Şövalye, “Benim masalım en heyecan verici! Devlerle savaşıp krallığı kurtardım!” diye böbürlenirmiş. Güzel Prenses, “Ama benim hikâyem en büyüleyici! Bir peri beni kurtardı ve sihirli bir dünyaya götürdü!” diye eklemiş. Uçan Ejderha ise, “Sizden bahseden olur mu? Benim masalım en nefes kesici! Gökyüzünde ateşler saçarak uçuyorum!” diyerek övünürmüş.
Herkes kendi masalını öve öve anlatırken, bir gece Masal Şatosu’na bir hırsız girmiş. O, masal kitaplarını çalıp büyülü şatoyu yok etmek istemiş. Fakat kahramanlar birbirlerine yardım etmeden hırsızı durduramayacaklarını anlamışlar. Şövalye cesaretiyle öne atılmış, Prenses zekâsını kullanarak bir tuzak kurmuş ve Ejderha ateşiyle hırsızı korkutmuş. Sonunda hep birlikte çalışarak hırsızı yakalamışlar.
Bu olaydan sonra hiçbiri kendi masalını diğerlerinden üstün görmemiş. Birlikte olduklarında en güçlü olduklarını anlamışlar ve Masal Şatosu’nda anlatılan her hikâye artık dostluk ve dayanışmayla dolu olmuş.
Ve böylece, masallar asla bitmemiş…