Bir zamanlar, çok uzaklarda, yemyeşil ormanlarla çevrili bir ülkenin padişahı varmış. Padişah, halkı tarafından sevilen, adil ve bilgili bir hükümdarmış. Her zaman halkının refahını düşünür, onlara iyi bir yaşam sağlamak için çabalarını esirgemezmiş. Ancak bir zaman sonra, içindeki huzursuzluk artmış, en büyük korkusu ise iyi yönetme yeteneğini kaybetmekmiş. “Gerçek adalet nasıl sağlanır? Herkesin iyiliği nasıl temin edilir?” diye sürekli düşünür, ama bir türlü içindeki bu sorulara yanıt bulamazmış.
Padişahın en yakın danışmanı ise veziriymiş. Vezir, bilgisi ve tecrübesiyle ünlü, çok saygı duyulan bir adammış. Padişah, ona danışmadan hiçbir karar almazmış. Ancak vezirin de içinde bir sıkıntı varmış. O da, padişahının huzursuzluğunu görüp, onun derdine derman olmanın yollarını arıyormuş.
Bir gün, padişah vezirine şöyle demiş:
“Ey vezirim, ben artık bir türlü içimdeki huzursuzluğu gideremiyorum. Her geçen gün daha çok düşünüyorum, daha çok sorguluyorum. Bir padişah nasıl doğru kararlar verir? İnsanların kalbine nasıl dokunur? Ne yapmalıyım ki içimdeki bu boşluğu doldurabileyim?”
Vezir, padişahının derdini anlamış ve ona şöyle demiş:
“Fakat, sultanım, belki de cevabı aramanız gereken yer dışarda değil, içinizdeki derinliktedir. Sizin iç huzurunuz, dış dünyadaki adaletinizin temelidir. Ama eğer ister, size bir yol gösterebilirim.”
Padişah, vezirinin sözlerini dinledikten sonra, ona daha dikkatle bakmış ve:
“Gerçekten ne yapmalıyım? Bir yol var mı?” demiş.
Vezir, derin bir nefes almış ve şu şekilde cevap vermiş:
“Benim tavsiyem şu olacak: Bugün, sarayın dört köşesindeki en uzak köylerden birine gitmenizi öneriyorum. Orada bir bilge vardır. O bilge, yıllardır huzur arayanlara, içsel dengeyi bulmalarına yardımcı olur. Ona gitmeli ve içindeki bu boşluğu nasıl doldurabileceğini sormalısınız. Belki o size bir çözüm önerir.”
Padişah, vezirinin önerisini kabul etmiş ve hemen yola koyulmuş. Birkaç gün süren zorlu bir yolculuktan sonra, köydeki bilgeye ulaşmış. Bilge, sadelik içinde yaşayan, fakat gözlerinde derin bir hikmet barındıran bir adamdı.
Padişah, bilgeye derdini anlatmış:
“Ben bir padişahım, halkımı adaletle yönetmek istiyorum ama içimde bir boşluk var. Her şeyim var ama huzurum yok. Ne yapmalıyım?”
Bilge, padişahı dikkatle dinledikten sonra:
“Gel, bir süre burada kal ve doğayla iç içe ol. Gerçek huzuru bulmak, bir süreliğine her şeyden uzaklaşmakla başlar. Şimdi git ve dağdaki kuyuya bak. Orada bir yansıma göreceksin. O yansıma, sana neyi aradığını gösterecek,” demiş.
Padişah, bilgenin söylediklerini şaşkınlık içinde kabul etmiş ve dağa doğru yola çıkmış. Dağın zirvesinde, bilgenin söylediği kuyuyu bulmuş. Kuyunun içine bakarken, gökyüzünün ve çevresindeki dağların yansımasını görmüş. Ama bir süre sonra fark etmiş ki, suyun içinde kendi yüzü de varmış. Su, ona gülümsemiş gibi bir yansıma yapmış.
Padişah, derin bir içsel farkındalık yaşamış. Gerçek huzur, dışarıda değil, kendi iç dünyasında, düşüncelerinde ve eylemlerindeymiş. Bunu anlayınca, kalbinde bir rahatlama hissetmiş. Artık daha açık fikirli, daha dingin bir padişah olarak köye geri dönmüş.
Saraya döndüğünde, veziri onu bekliyormuş. Padişah, gözlerinde bir değişim hissedilen bir şekilde vezirine bakarak:
‘Sadece dışarıdaki her şeyin bana ne kadar değerli olduğu değil, kendimi nasıl gördüğüm, içsel huzurumun temelini oluşturuyor. Şimdi daha iyi bir padişah olabilirim.”
Vezir gülümseyerek:
“İşte padişahım, içsel huzur bulduğunuzda dışarıya da huzur verirsiniz. Adalet ve bilgelik, sadece yönetmekle değil, aynı zamanda kendi içsel dünyanızı doğru şekilde dengeleyebilmekle gelir.”
Padişah, vezirine teşekkür etmiş ve o günden sonra hem kendisi daha huzurlu bir lider olmuş, hem de halkına daha adaletli ve merhametli bir hükümdar olarak hükmetmeye başlamış.