
Bir zamanlar zarif bir porselen çaydanlık vardı. Şekli yuvarlaktı, sapı ve ağzı ise son derece zarifti. Evdeki herkes onu severdi, çünkü misafirlere sunulan en güzel çayı bu çaydanlık hazırlar, herkesin övgüsünü alırdı. Çaydanlık da bunun farkındaydı ve gururla, “Ben evin en önemli eşyasıyım!” derdi.
Bir gün, çaydanlık biraz kibirli bir şekilde düşünmeye başladı:
“Çay hazırlamak benim işim ama aslında bu kadar zarif bir eşyaya bu iş biraz basit kalıyor. Ben sanat eseriyim; içime çay doldurup beni ateşe koyuyorlar! Halbuki daha özel bir yere ait olmalıyım.”
Ancak bir gün, talihsizlik çaydanlığın başına geldi. Onu masadan alırken birisi yanlışlıkla elinden düşürdü. Zarif sapı kırıldı, ağzında da bir çatlak oluştu. Çaydanlık artık çay hazırlamak için kullanılamaz hale gelmişti. Evdekiler üzüldü, ama çaydanlık eskisi kadar işlevsel olmadığından onu bir köşeye kaldırdılar.
Çaydanlık çok mutsuz oldu. Bir zamanlar herkesin ilgisini çekerken şimdi kimse onu fark etmiyordu. Ancak bir gün, evin hanımı çaydanlığı aldı ve içine toprak koydu. Ardından içine güzel bir çiçek dikti ve onu pencere kenarına yerleştirdi. Çaydanlık artık eski işini yapamıyordu, ama şimdi güzel çiçeğiyle herkesi büyülüyordu.
Çaydanlık bunu fark edince şöyle düşündü:
“Belki de sadece bir çaydanlık olmakla yetinmemeliydim. Şimdi yeni bir görevim var ve hâlâ güzel bir şekilde hizmet ediyorum. Her şeyde bir güzellik ve anlam bulmak önemli.”
Masalın dersi:
Her şeyin bir amacı vardır ve bazen bir kapı kapanırsa başka bir kapı açılır. Yeni durumlara uyum sağlamak ve güzellik yaratmak mümkündür.