
Bir varmış, bir yokmuş… Uzak diyarlarda, yemyeşil ağaçlarla kaplı, kuşların cıvıltılarıyla yankılanan bir orman varmış. Bu ormanda yaşayan hayvanlar, yıllardır bir efsaneyi konuşurlarmış: Ormanın derinliklerinde, büyük bir mağaranın içinde saklı bir hazine varmış. Bu hazine, altınlar ve mücevherlerden değil, doğanın en değerli armağanlarından oluşuyormuş: Şifalı otlar, sihirli taşlar ve her derde deva olan iksirler.
Bu eşsiz hazinenin sahibi, ormanın en bilge ve en güçlü koruyucusu olan Engerek Yılanı’ymış. O, yıllardır hazinenin başında bekler, ormanda yaşayan tüm hayvanların sağlığını ve huzurunu bu hazine sayesinde korurmuş.
Bir gün, ormanın karanlık gökyüzünde uçan bir yarasa, sert bir rüzgâra kapılmış ve bir dala çarparak kanadını incitmiş. Zavallı yarasa, uçamaz hâle gelmiş ve acıyla inleyerek yardım aramış. Ormandaki hayvanlar ona Engerek Yılanı’nın mağarasına gitmesini önermiş. “O, sana şifalı otlardan bir merhem yapabilir,” demişler.
Yarasa, zorlukla mağaraya ulaşmış ve Engerek Yılanı’nın karşısına çıkmış. “Ey bilge koruyucu, kanadım kırıldı. Ne yapacağımı bilemiyorum, lütfen bana yardım et!” diye yalvarmış.
Engerek Yılanı, yarasanın hâline acımış ve hazinesindeki en değerli şifalı otlardan bir merhem hazırlamış. “Bu merhemi kanadına sür, birkaç güne iyileşeceksin,” demiş. Yarasa minnettarlıkla teşekkür etmiş ama çekinerek eklemiş: “Ailem ormanda zor durumda. Açlık çekiyoruz. Onlara yardım edebilir misin?”
Engerek Yılanı, cömertçe gülümsemiş ve mağaradan birkaç altın çıkarmış. “Bunları al ve ailene götür. Ama unutma, bu hazineyi asla bencilce kullanma, ihtiyacı olanlarla paylaş,” demiş.
Yarasa, minnettarlık içinde Engerek Yılanı’na teşekkür etmiş ve altınları ailesine götürmüş. O günden sonra, ormanda yardımlaşma ve dayanışma daha da güçlenmiş. Engerek Yılanı, ormanın koruyucusu olarak bilgece görevine devam etmiş.
Ve orman yine huzurla dolmuş…