Masal Sarayı

En güzel çocuk masalları, çocuk hikayeleri, keloğlan masalları ve daha fazlası sitemizde.

Keloğlan Masalları: Derya Sultan Aşkı

Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde Anneler ninni söyler, babalar orak sallar iken, güzelim ülkenin şirin mi şirin bir köyünde parlak zekalı, kurnaz ve bir o kadarda iyi niyetli olan Keloğlan adında bir genç ve yaşlı annesi beraber yaşam sürerlermiş.

Neredeyse köyün en fakir ailesi olan keloğlan ve annesinin yalnızca iki koyunu, bir eşeği ve birde çoban köpekleri varmış.

Bu yoksulluktan sürekli şikayetçi olan Keloğlan sürekli annesine;

-Bir gün seni saraylarda yaşatacağım dermiş.

Çobanlık yapan Keloğlan her gün sabah erkenden koyunları otlatmaya götürür, onlar otlanırken oda bir kenarda hayal alemine dalar, hep sultanlar gibi yaşamanın hayalini kurarmış,

Günler bu şekilde geçip gidermiş.

Günlerden bir gün yine koyunlarını otlatırken duyduğu bir ses üzerine, sesin geldiği yöne bakan Keloğlan çok güzel bir kızın çiçek topladığını  görmüş.

Hemen yanına gitmek için kalkmış ancak kendi halini düşününce gitmekten vazgeçmiş ne yapayım ne edeyim diyerek elinin  tersiyle avuç içine vurmuş hemen aklına kavalı gelmiş.

Kemer arasından çıkardığı kavalını yanık yanık çalmaya başlamış, Keloğlanın farkında olmayan güzel Kız ise  kavalın yanık yanık çalışını duyunca etrafına bakınmış, bir de ne görsün!

Bir ağacın gölgesinde başı kel olan bir çoban oturmuş, dertli dertli kaval çalıyor. Yanındaki muhafızlara:

– Siz burada bekleyin, deimiş.

Keloğlan’a doğru yürümeye başlamış, onu görmezden gelen Keloğlan,  o güzel kıza vurulmuş ama başını da yerden kaldırmamış, kız topladığı çiçekleri Keloğlana uzatınca başını kaldıran keloğlan.

– Ey dünyalar tatlısı yürek sancısı hayal mısın? Gerçek misin güzeli kız, nereden gelir nerelere gidersin?  Bu garibin otlağında ne gezersin diye sormuş.

Güzel Kız:

– Gülümser ifadeyle ben padişahın kızıyım,  benim dünyalar tatlısı ablam hastalanmış o günden beri yalnızım, canım çok sıkılmakta böyle dertli dertli gezer dururum demiş,

Biraz sohbet etmişler, Keloğlan ile ismi derya olan prenses arasında başlayan yakınlaşma sonra da devam etmiş.

Prensesin hasta olan ablasının ismi de Şahnaz’mış, Şahnaz sultan sarayın muhafızlarından birine aşık olduğu için Kral o muhafızı Hindistan’a sürgüne göndermiş, bu duruma çok üzülen Şahnaz sultan yataklara düşmüş ve kimselerle konuşmaz olmuş.

Günler günleri bu şekilde kovalarken koyunları otlatmaya giden keloğlan, eskisi gibi değil artık mutlu bir şekilde eve dönünce annesini öpermiş.

Bu duruma keloğlanın annesi hiçbir anlam veremez, kendi kendine:

Ne oldu bu Keloğlan’ bu hiç böyle davranmazdı diye düşünür dururmuş, bir gün keloğlana:

– Benim güzel oğlum kelleş oğlum sen neden derdini bana anlatmazsın, neler saklıyorsun, diye sorunca,

Keloğlan annesine olup, bitenle beraber kıza âşık olduğunuda anlatmış.

Bu durum karşısında çok üzülen anne bu sevdanın imkansız olduğunu biliyor, bu nedenle elinden sadece nasihat etmekten başka bir şey gelmiyormuş.

Birde keloğlanın başına bir şeyler gelir, diye epey endişelenmeye başlamıştı, bir gün oğluna,

– Hey gidi garip, gözü hep yükseklerde olan oğul! Sende çok iyi biliyorsun ki bizim halimizi sen kim prenses kim başına gelebileceklerden hiç mi korkmazsın evladım, demiş.

Keloğlan:

– Anam güzel anam ne yaparlarsa yapsınlar derya olmadan, ben bu hayattan hiç zevk alamam ki, demiş.

Anne ne demişse de nafile Keloğlan anlamamış, ne pahasına olursa olsun bu aşktan vazgeçmeyeceğini anlayan anne o kadar çok üzülmüşkü bu üzüntü onu yataklara düşürmüş.

Bu durumda ne yapayım ne edeyim diye düşünen keloğlan’ın aklına bilgin dedesi gelmiş.

Köpeği ile beraber bilgin dedenin yanına gitmek için yollara düşmüş, kısa bir süre sonra bilgin dedenin Köyüne ulaşmış.

Bilgin dedenin evine giderek kapısını çalmış,

Kapıyı açan Dede;

– Hayrola Keloğlan inşallah bir problemin  yoktur keyfi uğramışsındır deyince,

Keloğlan:

– Bilgin dedem vardır  benim bir sıkıntım.

Dede:

– Hele bir içeri buyur.

Keloğlan:

Aylardır çekmiş olduğu o sıkıntıyı ve en sonunda üzüntüden annesinin hasta olduğunu anlatmış.

Sessizce olup bitenleri dinleyen Bilgin  Dede, sakalını sıvazlayıp düşünmeye başlamış, sonra da Keloğlan’a dönerek:

-Keloğlan hele sen bir evine dön, birkaç gün sonra yanıma gel, demiş.

Eve geri dönen keloğlan için ne bitmez bir üç günmüş,  günler daha bir uzun gelmiş Keloğlan’a geceler bir türlü tükenmiyormuş, en sonunda dedenin söylediği gün gelip çatmış.

Keloğlan yine yollara düşmüş tez zamanda dedenin yanına  varmış kapıyı çalan keloğlanı içeri buyur etmiş

Bilgin dede gençliğinde kendi dedesinden kalan bir haritayı çıkartarak Keloğlan’a uzatmış.

-Keloğlan, tek çaren bu, harita Hindistan’da bir yerin haritası, beklemeden var git haritadaki noktayı bul ve o noktada bulunan bir çam ağacının yanını kaz o emaneti açmadan olduğu gibi bana getir demiş,

Bu durum karşısında heyecanlanan  Keloğlan mutlu bir şekilde hızlıca evine geri dönmüş,

Sabah erkenden Hindistan’a gitmeye karar verdiğinden erkenden kalkarak annesinin hayır duasıyla yola çıkmış,

Az gitmiş uz gitmiş, dere tepe düz gitmiş, ovaları aşmış yetmemiş, dağları tırmanmış bitmemiş, günler günleri kovalamış en sonunda Hindistan’a varmış.

Biraz dinlendikten sonra haritadaki yeri aramaya koyulmuş, en sonunda zorda olsa haritadaki noktayı bulan Keloğlan,

Bilgin dedenin dediği çam ağacının altını kazmış, buna ne güç yetermiş ne de kuvvet dinlene, dinlene hava kararıncaya kadar toprağı kazmış.

Epey bir yorulan keloğlan orada bir ağacın altına giderek o gece dinlenmiş.

Sabah erkenden kalkarak tekrardan kazmaya başlamış, öğlen olmadan kazmayı vurduğunda eline çarpan sert şeyi topraktan çıkarmış.

Bir de ne görsün! Ağzı kapalı bir kese önce açmak istemiş ama bilge dedenin sözünü hatırlayınca keseyi aldığı gibi, Bilgin Dede’nin köyünün yolunu tutmuş.

Kesenin başına bir şey gelir korkusu yüzünden uykusuz, uykusuz günlerce yol gitmiş ve en sonunda yorgunluktan hali kalmayan keloğlan köydeki kapılardan birini çalmaya karar vermiş.

Ev sahibi keloğlanı yedirip içirdikten sonra uyuması için bir oda hazırlamışlar.

Korkusundan keseyi yatağın altına koyan keloğlan sabah erkenden evden ayrılmış, biran önce ülkesine varmak istiyormuş.

Derya sultanı, anasını o kadar çok özlemiş ki yolda giderken hayaller kura kura yoluna devam etmiş.

Keloğlan yorulunca dinlenmek üzere bir ağacın altına oturmuş.

Oralardan geçen bir dilenci keloğlana yanaşarak,

– Bir sadaka, bir sadaka demiş,

Keloğlan:

– Gençsin sen niye dileniyorsun diye sorunca

Dilenci de yıllar öncesine kadar sarayda bir muhafız olduğunu ve kralın kızı Şahnazla birbirlerini sevdiklerini o sebeple kral tarafından Hindistan’a sürgüne yollandığını anlatmış,

Bu sözler üzerine şaşıran  Keloğlan’ın kel başını kaşımış ardından:

-Bak arkadaşım senin meselini duydum Derya sultan bana anlattı, Benle derya sultan birbirimizi çok  seviyoruz onun için uzak diyarlara geldim, istersen sende benimle gel beraber bilgin dedenin yanına gidelim o sana derman olur demiş.

Bu teklif üzerine adı miraç olan muhafız da tamam diyerek Keloğlan’la beraber yola çıkmışlar.

En sonunda beraber bilgin dedenin  köyüne varmışlar, ikisi de bilgin dedenin ellerinden öptükten sonra  dedeye keseyi uzatmış ardından  miracın durumunuda da bilgin dedeye anlatmışlar.

Bilgin Dede

– Kel oğlum,  keleş oğlum bana getirdiğin şu kesenin içerisinde olanı Miraç’la paylaşmak ister misin?

Keloğlan önce biraz durup düşünmüş,

– Sen benim için en iyi olanı düşünürsün o yüzden tabiki paylaşırım dedeciğim.

Dede kesenin ağzını açarak içinden çok değerli iki adet parlayan elmas çıkarmış, Keloğlan ve Miraç’ın gözleri parlamış.

Bilgin dede elmaslardan birini Keloğlan’a diğerini Miraç’a uzatmış.

Keloğlan’a bir tahta parçası uzatarak  tahtayı kırmanı istiyorum, bunu rahatlıkla kıran keloğlana gülümsemiş.

Bu seferde Miraç’a  bir tahta uzatarak onunda kırmasını istemiş, Miraçta  tahtayı rahatlıkla kırmış.

Evet diye söze başlayan Bilgin Dede bu sefer 2(iki) parça tahta keloğlana uzatarak kırmasını istemiş.

Keloğlan bu tahta parçalarını evirmiş, çevirmiş lakin bir türlü kırmayı başaramayınca bu tahtaları keloğlandan alan dede bu sefer miraç’a uzatarak sen kır evladım demiş.

Miraçta her ne yaptıysa o tahtaları bir türlü kırmayı başaramamış, Keloğlan ve Miraç olanlardan bir şey anlamamış.

Dede,

– Size burada anlatmak istediğimi bir düşünün, ikiniz bu tahtalar gibisiniz ve amacınız aynı eğer birbirinize destek olursanız çok daha güçlü olursunuz, ama tek başınıza hareket eder yalnız kalırsanız sizlere ilkin vermiş olduğum tahta gibi çabucak kırılır ve hedefinize asla ulaşamazsınız, demiş.

Bilgin dededen epey nasihat alan Keloğlan ve miraç beraber Keloğlan’ın köyüne gitmişler,

Annesine Miraç’ın kim olduğunu ve Hindistan’a gidip gelme süreci dahil başlarından geçen tüm olayları bir bir anlatarak ona sen rahat ol demiş.

Ertesi sabah erkenden otlağa gitmişler keloğlan, ablasının sevdiğinin başına gelenlerin keloğlanında başına geldiğini, düşünerek aylardır her gün  sürekli üzgün üzgün otlağa gelirmiş.

Derya sultan o gün Keloğlan’ı birden karşısında görünce  öylesine çok sevinmiş ki hemen keloğlana doğru koşarak ona sarılmış.

Mutluluktan ağlamaya başlamış, prensesi sakinleştiren keloğlan  ağacın altına oturmuş ve olup biteni bir bir anlatmış.

Keloğlan kendisi saraya gelene kadar artık prensesin otlağa gelmemesini iyice tembihledikten sonra vedalaşmışlar.

Keloğlan ve Miraç o elmaslar sayesinde geceli gündüzlü durmadan çalışmış ve çok para kazanmışlar.

O parayla eşi benzeri olmayan muhteşem bir şato inşa etmişler ve artık saraya gitme günümüz geldi diyerek saray gitme hazırlıklarını yapmışlar.

O gece her ikisi de heyecandan uyuyamamış,  ertesi gün sabah erkenden güzel kıyafetlerini giyinerek Keloğlan’ın annesiyle beraber yola koyulmuşlar.

Saraya varınca, Padişahın huzuruna çıkmak için müsaade istemişler,  öğleye doğru padişah huzuruna çağırmış ve ikramlarda bulunmuş.

Müsaade isteyen Keloğlanın annesi konuşmaya başlamış:

– Her zaman sizin adil ve halkınıza karşı merhametli ve sevecen olduğunuzu duyduk ve öyle bildik padişahım, demiş.

Miraca parmağını uzatarak bu oğlum, Hindistan’ın en sayılı zenginleri arasındadır, be seferde Keloğlana parmağını uzatarak bu oğlum da İran’ın en saygın kişilerinden biridir.

-Eğer siz de uygun görürseniz, iki tane güzel kızınız olduğunu işittik Allah’ın emri Peygamber Efendimizin kavli ile onlardan büyüğünü miraç’a, küçüğünü ise keloğlana istiyor, onları başımızın tacı, gözümüzün nuru sarayımızın gelinleri yapmak isteriz.

Bu durum karşısında biraz şaşıran padişah:

-Siz biraz dinlenin, müsaadenizle ben birazdan geleceğim diyerek yanlarından ayrılmış.

Biraz sonra kraliçe ve kızlarıyla beraber geri dönen Padişah, miraç ve keloğlanı kızlarına göstererek:

-Bu delikanlılar sizi bizden istiyorlar, gayet asil ve varlıklı bir aileymiş, sizler bu duruma ne dersiniz deyince.

Prensesler:

– Siz neyi uygun görürseniz ona razıyız devletli babamız, demişler.

Bunun üzerine padişah:

– Tamam öyleyse verdim gitti demiş.

Aralarında söz kesmişler ve düğün gününü belirledikten sonra saraydan ayrılmışlar.

Mutlu ve huzurlu bir şekilde evlerine döndükten sonra keloğlanın annesinden müsaade alarak bilgin dedenin yanına gidip olup biteni anlatıp ona teşekkür etmişler.

Onu yeni yaptıkları saraya davet edip akıl hocası yapmışlar.

Kırk gün kırk gece süren bir düğün sonunda sevenler muradına ermiş mutlu ve huzurlu bir hayatları olmuş.

KELOĞLAN MASALLARI MASAL SARAYINDA

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to top