Bir varken bir yokken, bir ihtiyar dedeyle bir nine varmış. Dede her sene evin önüne arpa ekermiş, amma her sene kazlar yerlermiş. Bir gün dede nineye: – Kan, yap bana…
Bu saatleri çok seviyorum. Ocakta pişen yemeğin mis kokusu her yanı kapladı. Şimdi çocuk olmak vardı, diyorum. Mutfaktakiler bana gülüyor. Sofra hazırlıkları son sürat devam ediyor. Şakır şukur, takır tukur……
Mehmet, kitaplarını taşımaktan yorulan kardeşlerine yardım ediyordu. Aslında Mehmetlerin köyünde okula gidilirken çok kitap götürmezdi çocuklar. Sadece kalem ve defterlerini yanlarında taşırlar, kitaplarını okulda okurlardı. Evde de okuyacak kitapları olurdu…
Doğruluk deyince akla sahabeden Hz. Kab b. Mâlik gelir. Hz. Kab, çok iyi bir şairdi aynı zamanda kılıç kullanmakta da usta idi. Akabe’de gelip Allah Resulü ne biat etmişti(söz vermişti)….
– Heyyy paragöz, sabah oldu uyansana! Çalışma masasının neşesi yerinde. Sabah sabah bana takılmayı ihmal etmedi yine. – Yok, uyumuyorum aslında. Dalmışım biraz. Biliyorum çoktan sabah oldu. – Kim bilir…
Çok okuyan mı bilir yoksa çok gezen mi? Kim daha çok bilir orasını bilemem ama bence gezmek çok daha eğlenceli. Hele ki benim gibi yerinde duramayan biri için. Geçen gün…
Kendini bildi bileli oturma odasının duvarında asılıydı. Başköşedeydi. Her zaman saati doğru göstermişti, hiç yanıltmamıştı ev sahiplerini. Ama son zamanlarda bir şeyler ters gidiyordu. Akrep yelkovanı kovalamıyordu artık. Ev sahibi…
Bir varmış, bir yokmuş. Allah’ın kulu pek çokmuş. Çok söylemesi çok günahmış. Evvel zamanda Keloğlan’ın yaşamakta olduğu şehrin padişahına çok güzel bir yorgan hediye getirmişler. Padişah “Bu yorganı çok beğendim,…
Bir varmış bir yokmuş, bir padişah varmış. Bu padişah kırk perili denen bir memlekette bir kız sevmiş. Kıza Yarım Elma derlermiş. Padişah az uğraşmış, çok uğraşmış, bu kızı bir türlü…
Bir varmış bir yokmuş. Havanın çok kötü olduğu dönemlerde, dağ ile bulut birbirleriyle sürekli kavga etmeye başlayan uyumsuz bir çift olmaya başlamış. Dağ sürekli Bulut’ a kızıyor ve neden böyle…