Bir zamanlar, uzak bir ülkede, güçlü ve bilge bir padişah yaşarmış. Bu padişah, oğullarına hayatı öğretmek ve onları akıllıca kararlar almaya teşvik etmek için her yıl bir sınav düzenlerdi. Üç oğlu vardı: Şehzade Emir, Şehzade Ali ve Şehzade Osman. Bir gün, padişah oğullarını çağırmış ve onlara şu görevleri vermiş:
“Ey oğullarım! Her biriniz, yurt dışına gidin ve dünyadan hayranlık uyandıran bir şey bulun. Geri dönüp babanıza getirdiğinizde, o zaman ne kadar olgunlaştığınızı anlayacağım.”
Üç şehzade de bu görevi kabul etmiş ve her biri farklı bir ülkeye gitmek için yola koyulmuş.
İlk şehzade, Şehzade Emir, Mısır’a gitmiş. Büyük piramitlerin, çölün ve altınlı çarşıların ortasında gezmiş. Bir gün, bir kuyumcu dükkanında rengarenk taşlar gören Şehzade Emir, bir taşın ışıldadığını fark etmiş. Kuyumcu ona, “Bu taş, bakışları büyüler, sahibine sonsuz güç ve bilgelik verir,” demiş. Şehzade Emir, taşın bu büyülü özelliğini düşünerek, onu alıp babasına götürmeye karar vermiş.
İkinci şehzade, Şehzade Ali, uzaklardan Japonya’ya gitmiş. Orada, ince el işleriyle ünlü bir köyde gezerken, bir ustanın elinden çıkan küçük bir fanus dikkatini çekmiş. Bu fanus, içine bakıldığında kişinin ruhunu yansıtan bir şekilde renk değiştiriyormuş. Usta, “Bu fanus, sahibine içindeki gerçek duyguları görebilme yeteneği verir,” demiş. Şehzade Ali, çok değerli bir hediye olacağını düşünerek bu fanusu alıp yola çıkmış.
Son olarak, Şehzade Osman, Hindistan’a gitmiş. Orada, kutsal bir çiçek bahçesinde dolaşırken, bir çiçeğin efsanevi gücünden haberdar olmuş. Bu çiçeğin yaprakları, insanlara huzur ve neşe getirirmiş. Bahçıvan, “Bu çiçek, sadece saf yürekli olanlara fayda sağlar,” demiş. Şehzade Osman, çiçeği alıp geri dönmeye karar vermiş.
Üç şehzade de uzun yolculuklarının ardından, yine padişahlarının sarayında buluşmuşlar. Birbirlerinin getirdiği hediyeleri heyecanla göstermişler. Padişah, oğullarına dönerek, “Oğullarım, şimdi sizlerden beklediğim şey, getirdiğiniz hediyeleri nasıl kullandığınızdır,” demiş.
Şehzade Emir, büyülü taşı babasına sunmuş ve şöyle demiş: “Bu taş, bana çok büyük güç verecek. İnsanları etkilemek için kullanabilirim.” Padişah, taşın ne kadar değerli olduğunu kabul etmiş, ancak “Güç, bazen insanları yanlışa yönlendirebilir,” demiş.
Şehzade Ali, fanusu babasına sunmuş. “Bu fanus, insanların içindeki gerçek duyguları görmemi sağladı. Eğer bu gücü doğru kullanırsam, insanları daha iyi anlayabilirim,” demiş. Padişah, “İnsanları anlamak güzel bir erdemdir. Fakat, duygular bazen yanıltıcı olabilir,” demiş.
Son olarak, Şehzade Osman, çiçeği babasına sunmuş. “Bu çiçek, bana huzur verdi. Onunla birlikte her şeyin daha iyi olacağına inanıyorum,” demiş. Padişah gülümseyerek, “Huzur ve saf bir kalp, her şeyin ötesindedir,” demiş.
Padişah, oğullarına bir ders vermek istemiş ve şöyle devam etmiş: “Güç, duygu ve huzur çok değerli hediyeler. Ancak, bir insana en büyük hediye, gönlünde taşıdığı sadelik, merhamet ve fedakarlıklıktır.”
Bir süre sonra, üç şehzade, saraydaki tüm halkı huzurlu bir şekilde bir araya getirmeyi başarmışlar. Her biri, kendi hediyesinin ötesinde, içsel güçleriyle halkına örnek olmuş ve birlikte yaşayan herkese barış, adalet ve huzur getirmişler. Sonunda, padişah, oğullarının olgunlaştığını görmüş ve onlara tahtını devretmiş.
Ve böylece, üç kardeş, kendi güçlerinin ve erdemlerinin farkına vararak, ülkeyi birlikte yönetmiş ve halkları için sonsuz mutluluğa kavuşmuşlar.
Onlar erdi muradına, biz girelim sıcacık yatağımıza…