Bir varmış, bir yokmuş, evvel zaman içinde Keloğlan adında bir çocuk annesi ve babasıyla birlikte mutlu ve mesut bir yaşam sürerlermiş, Keloğlan’ın babası köyde çobanlık yaparak kıt kanaat ailenin geçimini sağlıyormuş.
Günlerden bir gün babası dağda koyunları otlatırken, yolunu eşkıyalar keser ve kendilerine birkaç koyun vermesini isterler.
Keloğlan’ın babası da:
“Hayır olmaz! Vermem köylüler bu koyunları bana emanet etti” der ve vermez, eşkıyalar zorla almak isteyince de Keloğlan’ın babası onlara karşı koyar. Bunun üzerine eşkıyalar hemen onu yakalayıp dağda bulunan bir zindana atar bütün koyunları da alıp götürürler.
Akşam olunca Keloğlan’ın babası ve koyunlar köye dönmeyince meraklanan ahali meraya giderek onları arar, koyunların ve çobanın eşkıyalar tarafından alıkonulduğu haberini alırlar ne kadar arasalarda herhangi bir ize ve bilgiye ulaşamazlar.
Aradan günler geçmiş, babası geri dönmeyince Keloğlan ve anasının geçimleri de zorlaşmıştı, babasını merak eden Keloğlan epeyce düşünüp taşınmış, köylüler de yeni çoban bulamayınca, köyün çobanlığını yapmaya karar vermiş.
Köylüler her ne kadar;
“Sen yapamazsın bu işi, okuman gerek” diye ısrar etseler de, annesinin de rızasını alan Keloğlan çobanlık yapmaya başlamış. Meğerse Keloğlan’ın asıl amacı babasını o eşkıyaların elinden kurtarmakmış.
Sabah erkenden köylünün koyunlarını alarak yollara düşmüş ve bir dağın eteklerine giderek orada otlatmaya başlamış, dağın eteklerinde birde dere geçiyormuş.
Koyunların bir kısmı o dereden su içmeye başlamıştı ki Keloğlan epey yol yürüdüğünden çok yorulmuştu kendi kendine: “En iyisi şu büyük ağacın gölgesinde biraz dinleneyim,” demiş.
Ağacın altına uzanmasıyla birlikte uyuması bir olmuştu, bu arada koyunlar otlanmaya başlamışlardı, Karınlarını bir güzel doyurduktan sonra gölge bir yere geçip dinlenmeye başlamışlardı, aradan epey bir vakit geçmiş… Derken akşam olmak üzereyken köylüler koyunların ve Keloğlan’ın gelmediğini görünce telaşlanmışlardı.
Köylülerin bazıları:
“Biz ne halt ettik de genç bir delikanlıya o kadar çok koyunu teslim ettik … inşallah onun da başına bir iş gelmez!..” demişler.
Köylülerin içleri rahat etmemiş ve hemen Keloğlan ile koyunları aramaya çıkmışlar. Bu arada büyük bir gürültüyle uykusundan uyanan Keloğlan, birde ne görsün! Eşkıyalar otlayan koyunları birer birer topluyorlar…
Keloğlan: “Hey! Ağalar durun siz ne yapıyorsunuz? Onlar benim sürüm, sahipleri bana emanet etti!..” diye bağırsa da, Eşkıyalardan biri:
“Geçen sene biri daha senin gibi demişti, şimdi ise güneş yüzü görmeyen kara zindanda aç ve susuz yatıyor!..” diye karşılık vermiş.
Keloğlan, onların, babasını tutsak eden eşkıyalar olduğunu hemen anlamış ve kurnazca bir plan düşünmeye başlamış.
Eşkıyalar, Keloğlan’a yaklaşarak:
“Sen şimdi bu koyunları bizlere vermeyi düşünmüyor musun?” demişler.
Keloğlan:
“Ağalar, olur mu öyle şey benim ne haddime! Yeter ki sizler beni bırakın, hatta biraz daha beklerseniz size daha büyük bir sürü daha getiririm!..” demiş.
Bunun üzerine eşkıyalar:
“Esir olmak istemiyorsan çabuk onları da al gel!” demişler.
Keloğlan, eşkıyaları kandırdığı için sevinçle köyün yolunu tutmuş, asıl amacı, köylüleri getirerek o eşkıyaları yakalatıp babasını kurtarmakmış.
Kısa bir süre sonra ellerinde tüfek ve sopalarla kendisini aramaya çıkan köylülerle karşılaşmış. Heyecanla olanları bir bir anlatmış.
Köylüler hemen gizlice Keloğlan’la birlikte sürünün bulunduğu yere gitmişler.
Eşkıyalar neler olduğunu anlamadan köylüler tarafından yakalanmışlar, onlardan Keloğlan’ın babasının tutulduğu zindanın yerini öğrenerek Keloğlan’ın babasını da kurtarmışlar.
Keloğlan sevinç içerisinde köylülere: “Sayenizde babamı eşkıyalardan kurtardık… Ben artık çobanlık yapmak istemiyorum… Okuluma devam edeceğim.” demiş.
O günden sonra ailesiyle beraber mutlu bir hayat sürmüşler.