Bir zamanlar, yüksek dağlarla çevrili, güzellikleriyle meşhur bir krallık varmış. Bu krallığın en yüksek zirvesinde, kimsenin ulaşamadığı bir sarayda güzel bir prenses yaşarmış. Prenses, sadece görünüşüyle değil, aynı zamanda kalbinin saflığı ve cesaretiyle de biliniyormuş. Ancak, prensesin bir sırrı varmış: Her gece, gökyüzündeki yıldızları izlemek için dağın zirvesine gitmek istiyormuş.
Krallığın en cesur dağcısı olan Ali, prensesin güzelliğinden ve cesaretinden etkilenmiş. Herkesin hayran olduğu prensesi görmek ve onunla tanışmak için çok istemiş. Fakat dağın zirvesine ulaşmanın imkânsız olduğunu düşündüğü için bu isteğini hiç dile getirmemiş.
Bir gün, Ali, dağcılık macerasına çıkmaya karar vermiş. Yüksek dağları aşarak prensesin bulunduğu zirveye ulaşmayı hedeflemiş. Yanına sadece en gerekli eşyaları almış ve yola koyulmuş. Dağın eteklerinden başlayarak, kayalık yolları ve zorlu geçitleri geçmek için elinden geleni yapmış.
Günler geçmiş, Ali yorulmuş ama umudunu kaybetmemiş. Dağın zorlukları karşısında cesaretini hep korumuş. Bir gün, sonunda zirveye ulaşmayı başarmış. Yüksek dağın tepesinde, güzel sarayı görünce kalbi sevinçle dolmuş. Hemen saraya doğru yola çıkmış.
Sarayın kapısına geldiğinde, prenses pencereden dışarı bakıyormuş. Ali, prensesi görünce heyecanla selam vermiş. Prenses, Ali’nin cesaretinden etkilenmiş ve ona kapıyı açmış. “Beni burada bulmak ne cesaret!” demiş prenses. Ali, “Sizi görmek ve sizinle tanışmak için geldim,” demiş.
İkisi kısa sürede dost olmuş. Ali, prensesin yıldızlara olan sevgisini öğrenmiş ve her gece prensesle birlikte yıldızları seyretmek için dağın zirvesine çıkmayı teklif etmiş. Prenses bu teklifi sevinçle karşılamış. Her gece yıldızların altında sohbet edip hayallerini paylaşarak, aralarındaki bağ güçlenmiş.
Bir akşam, prenses Ali’ye, “Benim için en değerli şey, yıldızların dansını izlemek. Ama bu dansı yalnızca kalpten hissedebilenler görebilir,” demiş. Ali, prensesin bu sözlerine çok etkilendi ve kalbini açarak yıldızların dansını hissetmeye çalışmış.
Ancak, günler geçtikçe krallıkta kötü bir büyücü ortaya çıkmış. Büyücü, prensesin güzelliğini kıskanıyormuş ve onu ele geçirmek istemiş. Bir gece, büyücü prensesi sarayından kaçırmış ve onu dağın en karanlık köşesine hapsolmuş. Ali, prensesin kaybolduğunu duyduğunda büyük bir üzüntü yaşamış ama onu kurtarmak için hemen harekete geçmiş.
Ali, cesaretini toplayarak dağın karanlık köşesine gitmiş. Zorlu yolları geçip, tehlikelerle dolu bu karanlık yeri bulmuş. Büyücünün kalesine girdiğinde, büyücüyü karşısında bulmuş. “Prensesi serbest bırak!” diye bağırmış Ali. Büyücü, gülerek, “Seni burada tutarım, eğer prensesi istiyorsan,” demiş.
Ali, cesaretle savaşa hazırlanmış. Büyücü, çeşitli büyüler yaparak Ali’yi korkutmaya çalışsa da, Ali kalbindeki sevgi ve cesaretle onun karşısında durmuş. Sonunda, büyücünün karanlık güçlerini alt etmeyi başarmış ve prensesi kurtarmış.
Ali ve prenses, birlikte saraya dönerken, Ali prensesin elini tutmuş ve ona olan sevgisini dile getirmiş. Prenses, Ali’nin cesaretine ve sevgisine hayran kalmış. İkisi de kalplerindeki bu özel bağı hissetmiş.
Krallığa döndüklerinde, halk Ali’nin cesaretini ve prensesin güzelliğini konuşmaya başlamış. Prenses, Ali’yi herkesin önünde onurlandırmış ve birlikte yaşlanacaklarına söz vermişler. Yıldızların altında geçen o güzel günler, onların kalplerinde sonsuza dek yaşamış.
Ve böylece, Ali ve prensesin hikayesi, cesaretin ve sevginin en güzel örneklerinden biri olarak kuşaktan kuşağa anlatılmış.