Bundan uzun uzun yıllar önce küçük bir kasabada, çocukları çok seven ancak bir türlü çocuk sahibi olamayan iyi kalpli bir karı koca yaşarmış. O yörenin tüm çocukları da onları çok sever, küçücük evlerinin bin bir renkte çiçek açan bahçesinde her gün oyun oynarlarmış.
Kadıncağız, çocukları mutlu edebilmek için onlara birbirinden leziz poğaçalar pişirirmiş. Bu nefis poğaçaların kokusu mutfaktan bahçeye kadar ulaşır, çocuklar oyun oynamaktan yorulup kendileri için hazırlanmış poğaça ve
taze meyve sularını içmek için sabırsızlanırlarmış. Kadının marangoz olan kocası da çocuklara birbirinden güzel tahta oyuncaklar yaparmış.
Günlerden bir gün kadın uykusundan kan ter içinde uyanmış. Acele kocasını uyandırıp rüyasını anlatmaya koyulmuş. Ya
şadıkları kasabanın etrafı yüksek dağlarla çevriliymiş. Rüyasında bembeyaz kanatları, altın rengi saçları, gözleri ışık saçan bir peri kızı görmüş. Bu peri:
“Bir çocuk sahibi olmayı ne kadar çok istediğinizi biliyorum. Şimdi beni iyi dinle, şu karşıdaki dağın zirvesinde bir dilek çeşmesi var. Eğer o dilek çeşmesindeki sudan üç yudum içebilirsen bir çocuğunuz olacak. Ancak bu çeşmeye giden yol, çok tehlikeli ve çok zor. Kalbinde sevgi, cesaret ve doğruluk barınmayan kimse bu yolculuktan dönemez. Unutma bunu sakın!” demiş.
Kadın kocasına rüyasını anlatmış anlatmasına ama bunun bir rüya olduğunu düşünüp kapatmış konuyu. Ta ki aynı rüyayı günler, aylar boyunca her gece görene dek. En sonunda karı koca kafa kafaya verip bir karara varmışlar. Adamcağız hem çocuk sevgisinden hem de karısının bu konuya ne denli üzüldüğünü bildiğinden yolculuğa çıkıp bu dilek çeşmesinden, çok sevdiği karısına su getirmeye karar vermiş.
Sabahın ilk ışıklarıyla birlikte adam çıkmış yola. Yürümüş, yürümüş, yürümüş. Dağın eteklerine vardığında içini bir endişe kaplamış. Dağlar öylesine yüksekmiş ki başını kaldırıp baktığında gökyüzünü göremeyeceğini sanmış. Tedirginliklerini bir yana bırakıp başlamış tırmanmaya. Bir süre sonra karşısına bir ağaç çıkmış. Ağacın iki yanı da uçurummuş. Yoluna devam edebilmek için ağacı kesmekten başka çaresi yokmuş. Belindeki baltayı çıkarıp tam ağaca vuracakmış ki ağaç dallarından gelen cılız bir sesle irkilmiş. Kafasını kaldırıp bakınca bir kuş yuvası görmüş. Yumurtadan yeni çıkmış, daha tüyleri bile çıkmamış kuşları görünce donakalmış. Ağacı keserse yavrucaklar ölür diye düşünüp geri dönmekten başka çaresi olmadığını anlamış. Üzüntü içinde geri dönerken gökyüzünde dev bir kuş belirmiş. Adamı omuzlarından yakaladığı gibi ağacın diğer ucuna bırakıvermiş.
Kuş dile gelmiş:
“Sen benim yavrularıma kıyamadın. Bu ağacı kesmedin. Bu da benim sana yardımım. Daha önce buraya gelip yavrulara rağmen bu ağacı kesmeye çalışanları tutup uçurumdan attım. Ama seni kalbindeki sevgi kurtardı.” demiş. Adam büyük bir şaşkınlık içinde devam etmiş yoluna. Bir süre sonra, gördüğü manzara karşısında hayrete düşmüş. Tuzağa yakalanmış bir ayı, acı içinde bağırıyormuş. Kızgınlıktan ağzından salyalar akıyormuş. Adam yaklaşıp yardım etmek istemiş ancak çok korkmuş. Yine de ayının çek tiği acıya seyirci kalamamış. Ayının sıkışan ayağını tuzaktan kurtarmış. Ayı dile gelmiş:
“Sen beni bu tuzaktan kurtardın. Yanımdan nice insanlar geçti. Çektiğim acıyı gördüler ama korkudan bana yaklaşamadılar. Sen çok cesur bir adammışsın. Ben de bunun karşılığını sana ödemek isterim. İzin ver gideceğin yere kadar seni sırtımda taşıyayım.” demiş. Ayı, adamı dağın zirvesindeki çeşmeye kadar sırtında taşımış ki eğer ayı olmasaymış adam bu dağı tek başına mümkün değil tırmanamazmış. Çeşmenin başına geldiklerinde ayı, adamı bırakıp uzaklaşmış. Adam, bahsi geçen çeşmeyi bulmuş bulmasına ama çeşmeden bir damla bile su akmıyormuş. Çeşme dile gelmiş:
“Ey yabancı! Bu çeşmedeki suyu ancak ölüm döşeğinde bir hastaya veririm ben. Senin ölüm döşeğinde hastan mı var?”
demiş. Adam yaptığı zorlu yolculuğu düşünüp “Ne var canım, küçük bir yalandan ne çıkar? Ölüm döşeğinde hastam var desem.” diye geçirmiş içinden. Ama dili varmamış yalan söylemeye.
“Hayır. Karım ve ben bir çocuk istiyoruz yıllardır. Karım günlerce rüyasında bu çeşmeden su içerse bir çocuğumuz olacağını gördü. Ben bu suyu, bu yüzden karıma götüreceğim.” deyivermiş.
Birden çeşmeden şarıl şarıl su akmaya başlamış. Çeşme:
“Buraya varabilen nice insan, benden su alabilmek için bin bir yalan söyledi. Hiçbirine bir damla bile su vermedim. Ama sen ilk defa doğruyu söyledin. Al suyumu, bu da benim sana teşekkürüm.” demiş.
Adam matarasına suyu doldurup arkasını dönünce, şaşkınlıktan neredeyse ölecekmiş. Günlerce tırmandığı dağ, birden bire dümdüz bir yol oluvermiş. Gözlerine inanamamış. Koşar adımlarla evinin yolunu tutmuş. Evine varır varmaz başından geçenleri anlatmış ve suyu vermiş karısına. O da bir nefeste içmiş suyu. Çok kısa bir zaman sonra kadın hamile kalmış ve dünyalar güzeli bir bebek getirmiş dünyaya. Adını Su koymuşlar. Bu güzel çocuğu da hep sevgiyle, doğrulukla ve cesur bir insan gibi yetiştirmeye çalışmışlar. Hayatları boyunca bu ilkelerden hiç vazgeçmeden, mutlu yaşamışlar.
EN GÜZEL TÜRK MASALLARI İÇİN BİZİMLE KALIN LÜTFEN..