Bir zamanlar Anadolu’nun ücra köylerinden birinde, kimsenin yaklaşmaya cesaret edemediği terk edilmiş bir köşk vardı. Köy halkı bu köşkte bir “Gulyabani” yaşadığını söylerdi. İnsanlar Gulyabani’yi, gece karanlığında ortaya çıkan, uzun boylu, tüylü, devasa bir yaratık olarak tanımlardı. Onun gece vakti yalnız gezenleri korkutmak ve köye yakın tarlalarda çalışanları rahatsız etmek için ortaya çıktığına inanılırdı.
Köyde yaşayan yaşlı bir kadın, bu yaratığın yıllar önce köşkte yaşayan zengin bir adamın laneti olduğunu anlatırdı. Söylenene göre, bu zengin adam zamanında köylülerin toprağını ellerinden almış ve kimseye yardım etmemişti. Ölmeden önce, yaptığı kötülüklerin bedelini ödemesi için lanetlendiği ve ruhunun Gulyabani’ye dönüştüğü söylenirdi.
Bir gün, köye yeni taşınan genç bir çoban, bu efsaneye inanmadığını söyledi. Çoban, “Gulyabani diye bir şey yok! Hepiniz hayal görüyorsunuz!” diyerek köylüleri alaya aldı. Cesaretini göstermek isteyen çoban, gece vakti köşke gitmeye karar verdi. Köylüler onu vazgeçirmeye çalıştı, ama çoban kararlıydı.
Elinde bir fener ve yanında sadık köpeğiyle köşke doğru yola koyuldu. Köşkün içine girdiğinde, her yerin tozla kaplı olduğunu ve rüzgârın ürkütücü sesler çıkardığını fark etti. Ancak korkusunu bastırdı. Bir süre sonra köpeği birden havlamaya başladı. Çoban, köpeğinin baktığı yöne döndüğünde, loş ışıkta kocaman bir gölge gördü. Bu gölge, bir insanınkinden çok daha büyüktü ve hızla ona doğru yaklaşıyordu.
Çoban panikle kaçmaya başladı, ama Gulyabani’nin devasa adımlarının sesi peşinden geliyordu. Köy meydanına ulaştığında köylüler seslere uyanmış ve meydanda toplanmıştı. Çoban nefes nefese kalmış, korkudan tir tir titriyordu. Köylüler, onun bu halini görünce Gulyabani’nin gerçek olduğuna iyice inandılar.
O günden sonra çoban, köşke bir daha yaklaşmadı. Köy halkı ise Gulyabani’nin köşkte kalmaya devam ettiğini, ancak rahatsız edilmezse kimseye zarar vermeyeceğini anlattı. O köşk hâlâ ayakta ve o civardan geçenler, rüzgârın bile ürkütücü bir şekilde uğuldadığına yemin ediyorlar.