Bir varmış bir yokmuş, Anadolu’nun güzel bir köyünde, mis gibi kokan döneriyle ünlü bir dönerci dükkanı varmış. Dükkanın adı “Döner Rüyası” imiş. Dönerci Hasan Efendi, yıllardır köyde tek başına döner yapıp satıyormuş. Herkes onun dönerini çok sever, köydeki her biri öğle yemeğini buradan yermiş.
Ancak son zamanlarda bir şeyler ters gitmeye başlamış. Ne zaman dönerini pişirse, dükkanın kapısından kimse girmezmiş. En güzel dönerleri yapsa da, tabaklar hep boş kalırmış. Hasan Efendi, bir türlü işlerinin yolunda gitmediğini fark etmiş. Ne yapsa, ne söylese, müşteri gelmezmiş.
Bir gün, Hasan Efendi yine sabah erkenden kalkıp etini dönerlik olarak hazırlamış, odun ateşinde pişirecekmiş. Ama yine de dükkanının kapısına kimse gelmedi. Hasan efendi huysuz bir adammış homurdanarak dükkanı kapatmış. O kadar üzülmüş ki, nehir kenarındaki ormanlık alanda bir yürüyüşe çıkmaya karar vermiş.
Yolda yürürken, eski bir ağaçta yaşayan bir periye rastlamış. Peri, Hasan Efendi’nin derdini hemen anlamış. “Neden üzülüyorsun, Hasan Efendi?” diye sormuş.
Hasan Efendi, periye dönerini çok güzel yaptığını, ama kimseye satamadığını anlatmış. “Bütün köy dönerimi çok severdi, ama şimdi kimse gelmiyor. Ne yapmalıyım?”
Peri gülümsemiş ve “Bazen, bir şeylerin büyüsü kaybolmuş gibi hissedilir. Ama bu, her zaman geri getirilebilecek bir şeydir. Sana yardımcı olacağım, Hasan Efendi. Yalnızca biraz sabırlı olman gerek,” demiş.
Peri, Hasan Efendi’ye bir dilek hakkı vermiş. Ama bu dilek yalnızca kalpten, içten bir istekle yapılmalıymış. Hasan Efendi önce biraz tereddüt etmiş. Ama sonra, içindeki derin sevgiyle ve dönerine duyduğu tutkuyla, “Benim dönerimle, herkesin mutlu olmasını istiyorum. Onların mutlu olduğu her an, benim de gönlüm doysun,” demiş.
Peri gözlerini kapatmış ve derin bir nefes alarak dileğini kabul etmiş. “Artık dönerin, yalnızca mideleri değil, kalpleri de doyuracak. Ama unutma, gerçek lezzet, sadece iyi malzemelerde değil, kalbinin ve emeğinin yansımasındadır. Her tabağı sevgiyle, güler yüzle hazırlayacak ve içtenlikle sunacaksın.”
Ertesi sabah, Hasan Efendi dükkanına döndüğünde her şeyin değiştiğini fark etmiş. Dükkanın kapısından girmeye cesaret eden bir müşteri bile yokken, köy halkı birer birer gelmeye başlamış. Her biri sırayla dönerini almak için sıraya girmiş. Hasan efendinin güler yüzü, hoş sohbei herkesi çeker olmuş. Dönerin kokusu havada uçuşuyor, herkesin ağzını sulandırıyormuş.
İnsanlar, dönerin lezzetini tarif etmekte zorlanıyormuş. Çünkü artık sadece etin, baharatların ve yoğurdun tadı yokmuş, her ısırıkta sevgisiyle pişen bir tabak mutluluk da varmış. Dönerin her lokmasında, Hasan Efendi’nin kalbindeki iyi niyetin ve içtenliğin tadı hissediliyormuş.
Hasan Efendi o günden sonra, dükkanında her gün mutlulukla çalışmış. Dönerleri sadece mideleri değil, ruhları da doyuruyormuş. Artık bir müşteri gelmediğinde üzülmüyormuş, çünkü birinin memnuniyetini kazanmak için her zaman kendi içindeki sevgiyi dönerine yansıtmayı hatırlıyormuş.
Ve herkes mutlu bir şekilde yaşamış. Hasan Efendi, dönerinin en önemli malzemesinin sevgi olduğunu anlamış ve bundan asla vazgeçmemiş.