
Bir zamanlar, İstanbul’un kalbinde, herkesin bildiği, her köşe başında duyulan gürültülü şehir hayatının tam altında, kimsenin cesaret edemediği bir sır saklanıyordu. Bu sır, yıllar önce kaybolmuş bir halkın bıraktığı izlerdi. Fakat bu halk öyle sıradan insanlar değildi. Onlar, zamanın ötesinden gelen, eski bilgilerin ve efsanelerin koruyucularıydı. Yüzyıllardır, toprağın derinliklerinde gizli tünellerde yaşadılar, şehri korudular, bilgeliklerini yerin altına sakladılar.
Bir gün, İstanbul’un sokaklarında cesur bir delikanlı olan Arda adında bir çocuk, şehri gezinirken, eski bir harabe duvarın kenarında garip bir işaret fark etti. İşaret, yalnızca bir taşın üzerine kazınmış, neredeyse silinmiş bir simgeydi. Arda, işareti daha yakından incelediğinde, simgenin etrafında başka işaretlerin de olduğunu fark etti. Bu, onu meraklandırdı. O andan itibaren, Arda’nın içinde bir arayış başladı; şehrin sırlarını çözme arzusu her geçen gün büyüyordu.
Bir akşam, Arda, şehrin en eski mahallelerinden birine gitti. Orada, yaşlı bir kadın, ona eski zamanların masallarını anlatan biriyle karşılaştı. Kadın, Arda’ya gözlerini kısıp gülümsedi ve fısıldadı: “Eğer gerçekten İstanbul’un altındaki tünelleri bulmak istiyorsan, yalnızca kalbinin rehberliğine güvenmelisin. Ama unutma, bu yolculuk, sana sadece cesur olanlara açılır.”
Arda, kadının sözlerini bir kenara not ederek, derinlere inmeye karar verdi. Ertesi gün, en eski sokaklardan birine adımını attığında, bir an için tüm şehir sanki donmuş gibi hissetti. Sessizlik, gökyüzünü kaplayan gri bulutlar gibi şehri sardı. Arda, eski bir çeşmenin yakınlarında bir taş duvarın kenarındaki başka bir simgeyi fark etti. İşaret, ona daha fazla yaklaşmayı işaret ediyordu. Hemen oradan geçerek, tünelin başlangıcına ulaştı.
Gizli geçitte ilerledikçe, Arda’nın etrafını eski taşlar, yosun tutmuş duvarlar ve zamanla silinmiş yazılar sardı. Her adımda, geçmişin yankıları kulaklarında çınlıyordu. Derinlerde, eski bir tapınaktan kalma, altınla işlenmiş heykellerin silüetlerini gördü. Ve işte o anda, tünelin sonunda parlak bir ışık beliriverdi. Bu, ona yol gösteren eski halkın ruhlarının ışığıydı.
Işığın kaynağına doğru ilerledikçe, Arda, büyük bir odaya girdi. Odayı saran sihirli bir hava vardı. Her köşede eski yazıtlar, unutulmuş bilgilerin bulunduğu kitaplar vardı. Arda, duvarda asılı eski bir haritayı gördü. Harita, İstanbul’un sokaklarını değil, yeraltındaki kaybolmuş dünyayı gösteriyordu. Haritada, gizli tünellerin ve kayıp şehirlerin izleri vardı. Anladı ki, bu tüneller sadece İstanbul’u değil, yeryüzünü de koruyan bir sırrı taşımaktaydı.
Arda, haritayı alarak geri dönmeye karar verdi. Ancak geri dönerken, tünelin girişinin kapanmaya başladığını fark etti. Bunu bir uyarı olarak kabul etti. Geri dönmeden, İstanbul’un altındaki tünellerin sırrını kimseye anlatmamaya karar verdi. Çünkü bu sırrı bilenlerin, sadece kalbiyle doğru yolu seçenlerin görebileceği bir yer olduğunu anlamıştı.
O günden sonra, Arda, her gece, İstanbul’un derinliklerinden gelen eski melodileri duyarak uyudu. Ve herkes, o eski tünellerin sadece masallarda var olduğuna inansa da, Arda biliyordu ki, İstanbul’un altındaki gizli tüneller, hala orada bir yerde saklanıyordu, kim bilir belki de bir sonraki cesur ruhu bekliyordu.
İstanbul’un altındaki gizli tüneller, masalsı bir efsane olarak kalmaya devam etti. Belki de bu masal, bir gün yeniden anlatılacak ve yeni keşiflere ilham verecekti.