Bir zamanlar, yüksek dağların ardında, sislerle sarılı, gözlerden uzak bir ormanın derinliklerinde, bilinmeyen bir krallık vardı. Bu krallıkta, ne insanlar ne de hayvanlar yaşardı. Yalnızca büyülü varlıklar, peri kızları ve mistik yaratıklar o toprakları korurlardı. Krallığın kalbinde ise, büyülerin gücünü taşıyan Zümrüt Gölü vardı. Bu göl, yalnızca sevgi ve saf niyetle yaklaşanlara güç verirdi. Fakat bir kural vardı: Gölün gücünü kullanmak için bir dilek dilemek gerekirdi, fakat dilekler, yalnızca gerçek ve samimi kalpten gelmeliydi.
Bir gün, adı Lilya olan bir peri kızı, ormanın derinliklerinde yalnız başına geziniyordu. Lilya, peri dünyasında en nazlı ve en zarif olanlardan biriydi, ama aynı zamanda en üzgün olanıydı. Kalbinde bir boşluk vardı, çünkü yıllar önce kaybolan kardeşi Elara’yı bulamıyordu. Elara, büyülü bir ormanın en derin köşesine gitmiş ve bir daha geri dönmemişti. Lilya, her gün Elara’nın kaybolduğu yerin etrafında dolaşır, ağlar, fakat kardeşine ulaşamıyordu. Ne zaman Zümrüt Gölü’ne yaklaşsa, gözleri parıldar ama dileğini bir türlü dilemeye cesaret edemezdi. “Ya olmazsa?” diye düşünür, her defasında geri çekilirdi.
Bir sabah, sabahın ilk ışıklarıyla birlikte, ormanda tuhaf bir sessizlik vardı. Lilya, içindeki huzursuzlukla göle doğru yürümeye karar verdi. Yavaşça adımlarını attı, her bir adımda hafifçe parlayan çiçekler ve yapraklar arasından geçerek Zümrüt Gölü’ne ulaştı. Göl, adeta onu bekliyormuş gibi parlıyor ve suyun içinde yansıyan yıldızlar gibi parlayan bir ışık yayılıyordu. Lilya, derin bir nefes alarak dizlerinin üstüne oturdu.
“Elara, seni bulmak istiyorum,” dedi, gözlerinden akan tek bir damla yaş, suya düştü. “Beni bir daha yalnız bırakma. Lütfen, gel geri.”
Bir anda gölde büyülü bir ışık belirdi. Su dalgalandı ve bir ses duyuldu. “Gerçek dilek, saf kalpten gelir,” dedi ses. “Sadece sevgiyle arayış içinde olanlar, kaybolanları bulabilir.”
Lilya, gözlerini kapatıp derin bir dua etti. Kalbindeki sevgiyle kardeşini tekrar bulma umudunu dile getirdi. Göl bir anda parladı, suyun içinde bir figür belirdi. Elara, kaybolan peri, yavaşça ortaya çıkmaya başladı. Lilya gözlerine inanamadı. Kardeşi önünde duruyordu.
“Ben… seni bekledim,” dedi Elara, gülümsedi ve ellerini Lilya’ya uzattı. “Beni bulman gerekiyordu, ancak seni beklerken ben de büyümeyi öğrendim. Artık geri dönme zamanıdır.”
İki kardeş, birbirlerine sarıldılar, ama bu sarılma sadece fiziksel bir dokunuş değildi. Birbirlerinin kalplerindeki sevgi, kaybolan zamanın ve mesafelerin ötesine geçti. Zümrüt Gölü, iki kardeşi bir araya getirmenin gücünü vermişti, çünkü gerçek sevgi her zaman yolunu bulur, isterse zaman ne kadar uzun olursa olsun.
Gün doğarken, Lilya ve Elara birlikte ormandan çıkıp, Zümrüt Gölü’nün derinliklerinde kaybolan sırlara yeni bir anlam kattılar. O günden sonra, krallıkta yaşayan herkes, sevginin gücünün her şeyin ötesinde olduğunu bilerek yaşamaya devam etti.
Ve masal burada sona erdi. Ama unutmayın, her dilek gerçeğe dönüşebilir, eğer kalpten gelir ve saf bir sevgiyle dile getirilirse.