Masal Sarayı

En güzel çocuk masalları, çocuk hikayeleri, keloğlan masalları ve daha fazlası sitemizde.

Konuşan Heykeller Masalı

Bir zamanlar, şehrin en eski köşesinde, büyük ve gizemli bir müze vardı. Gündüzleri insanlar müzeyi gezip eski eserleri, heykelleri, tabloları ve diğer tarihi objeleri inceleyerek hayran kalırlardı. Ama kimse, gece olduğunda müzede neler olduğunu bilmiyordu. Oysa, müzenin içinde sabahları hareketsiz duran her heykel, geceleri başka bir hale bürünüyordu.

Ve bir gece, meraklı bir çocuk olan Kaan, bir şeyleri fark etti. Geceyi bu tuhaf müzede geçirmeye karar verdi. Kimseye söylemeden müzenin kapısına gizlice yaklaştı ve içeri girdi. Gecenin sessizliğinde, duvarların ardında her şey farklıydı. O kadar sessizdi ki, adım attıkça taşların fısıldadığını duyar gibiydi.

Saat gece onikiye yaklaşırken, Kaan gözlerine inanamadı: Müzedeki heykeller canlanmaya başladı! İlk başta sadece küçük hareketler vardı. Bir havaya kalkan el, bir hafifçe başını çeviren figür, sonra ise o heykeller, sanki gerçek insanlar gibi birbirlerine seslenmeye, konuşmaya başladılar!

İlk olarak, bir aslan heykeli kükredi. Gözleri ışıldadı, kocaman dişleri görünür oldu. Aslan, diğer heykellere seslendi: “Bu gece de çok hikaye var anlatacak! Başlayalım mı?”

Kaan’ın gözleri büyüdü, ama korkmadı. Aslanın yumuşak fakat güçlü sesi, bir anda ona cesaret verdi. Heykellerin konuştuklarını duydukça şaşkınlıkla yaklaşmaya devam etti.

Aslanın sözlerini duyduktan sonra, bir prenses heykeli konuştu. Elindeki elma, Kaan’a doğru yavaşça hareket etti. “Benim hikayem eskidir,” dedi. “Ben, prenseslerin en güzeliydim, ama taş heykel olduktan sonra gerçek güzellik neye yarar? Yıllarca sarayda dans ettim, sonsuza dek taşa dönmüş olarak kaldım.”

Kaan, dikkatle dinlerken, her heykel başka bir hikaye anlatmaya başladı. Bir savaşçı heykeli şanlı zaferlerden, bilge bir filozof heykeli hayatın anlamından söz etti. Yaşlı bir çiftin heykelleri, birlikte geçen yıllardan, sevgi dolu anılardan bahsediyordu. Hepsi, tarihin farklı köşelerinden, uzak diyarlardan gelen kişilikler gibi duruyorlardı, her biri farklı zamanlara ait, her biri farklı duygulara sahipti.

Bilge filozof heykeli, gökyüzünü işaret etti: “Bizler, taşta ölümsüzleştik, ama her birimiz bir zamanlar canlıydık. Bu müze, o eski zamanların kalıplarına hapsolmuş bir yansımasıdır. Ama biz de bir zamanlar hayattaydık; aşk, zafer, mutluluk, acı… Bütün duygularla var olduk.”

Kaan, her heykelin anlattığı öykülerde kendini buluyordu. O, şimdi sadece bir çocuk değil, zamanların bir parçasıydı. O gece, bir araya gelen heykellerin geçmişten geleceğe uzanan hikayeleriyle dolup taşan bir dünyada yaşamaya başladı.

Ancak saatler ilerledikçe, gece sona yaklaşırken, heykeller yavaş yavaş yeniden eski hallerine dönmeye başladılar. Aslanın gözleri tekrar donuklaşırken, prensesin elması tekrar elinde sabit kaldı. Savaşçının kılıcı tekrar taş gibi hareketsiz oldu..

Ve Kaan, müzeden sabahın ilk ışıklarıyla çıkarken, gözlerinde bir parıltı vardı. O gece, ona bir şeyler öğretmişti. Sanat ve tarihin derinliklerine inmiş, her bir taşın ardında bir yaşam, bir hikaye bulmuştu. Heykellerin dünyası, ona gerçekten değerli olanın ne olduğunu göstermişti. İnsanlar, taşlar, figürler birer tanıklık, anı biriktiren öykücülerdi.

Masalın sonunda, tüm taşlar bir kez daha hareketsizleşse de, Kaan’ın gözlerinde bir gizemli ışık vardır. Çünkü o artık, geçmişin ne kadar değerli olduğunu ve her bir hikayenin ne kadar önemli olduğunu anlamıştır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Back to top