Bir zamanlar, yemyeşil bir ormanın derinliklerinde, bir serçe ailesi yaşarmış. Bu ailenin en küçük üyesi olan Minik Serçe, henüz uçmayı yeni öğrenmiş, ama dünyayı keşfetmek için sabırsızlanıyormuş.
Annesi, yavrusunu her sabah kanat çırpmayı, rüzgarın yönünü nasıl hissedeceğini ve hangi dalların güvenli olduğunu öğretirmiş.
“Unutma yavrum,” dermiş annesi, “Doğayı dinle. Rüzgar sana yol gösterir, ama sabırlı olmalısın. Hızlı davranırsan kendini tehlikeye atabilirsin.”
Minik Serçe, bu nasihatlere çok dikkat etmezmiş. Ona göre dünya bir oyun alanıymış ve her şey çok eğlenceli görünüyormuş.
Bir gün, annesiyle birlikte daha uzak bir dala uçmaya karar vermişler. Ormanın içinden geçerken aniden bir fırtına çıkmış. Ağaçlar sallanıyor, dallar kırılıyor, rüzgarın sesi Minik Serçe’nin kalbini korkuyla dolduruyormuş.
“Anne, korkuyorum!” diye cıvıldamış Minik Serçe.
Annesi bir dala sıkıca tutunarak ona seslenmiş:
“Sakin ol yavrum! Kanatlarını kapat ve sıkı dur. Fırtına geçecek, ama rüzgarla savaşamazsın. Onunla uyum içinde olmayı öğrenmelisin.”
Fırtına dindiğinde Minik Serçe çok yorulmuştu. Uçmak bir yana, kanatlarını bile zar zor hareket ettiriyormuş. Yavaşça annesinin yanına konmuş ve üzgün bir şekilde:
“Anne, biraz daha yavaş uçabilir miyiz? Sana yetişemiyorum,” demiş.
Annesi, yavrusuna sevgiyle bakarak şunları söylemiş:
“Ah canım yavrum. Yavaş uçmayı ben de isterdim, ama bazen bizi yönlendiren şey sadece rüzgar olur. Rüzgar hızlı estiğinde onunla beraber savrulmak zorundayız. Eğer bir gün kendi kanatlarınla rüzgarı hisseder ve kendi yolunu çizebilirsen, işte o zaman hızını kendin seçersin. Ama unutma, rüzgarı dinlemeyi öğrenmek ilk adımdır.”
Minik Serçe, o günden sonra annesini daha dikkatle dinlemiş. Uçarken sadece eğlenmek için değil, aynı zamanda hayatta kalmayı öğrenmek için de gözlem yapmaya başlamış. Bir gün, kendi yolunu çizecek kadar güçlü olacağına inanarak annesinin peşinden usulca uçmuş.
Ve işte böyle, küçük bir serçe için rüzgar, sadece bir tehlike değil, aynı zamanda büyük bir öğretmen olmuş.