Bir varmış bir yokmuş, uzak diyarlarda, yemyeşil ormanların kuytusunda, küçük bir köyde Mina adında bir kız çocuğu yaşarmış. Mina, sabahları hiç uyandırılmak istemezmiş. Özellikle okula gitmek için güne başlamak ona çok zor gelirmiş. Kocaman gözleri, rüyalarla dolu bir dünyadan uyanmanın hüzünlülüğünü taşırmış. Her sabah, annesi ona “Hadi uyan, okul zamanı!” dediğinde, Mina başını yastığa gömerek, “Ben okula gitmek istemiyorum,” dermiş.
Bir gün, köyün yakınlarındaki ormanın derinliklerinden esrarengiz bir fısıldama gelmeye başlamış. Bu fısıldama, rüzgarla dans eden ağaçların arasından, minik kuşların kanat çırpışlarından duyuluyormuş. Fısıldamalar, “Okula gitme, yolun sonunda seni bekleyen sürprizler var” diyormuş. Mina, bu gizemli seslere kulak verip bir sabah uykusundan uyandığında, o sabah bir şeyler çok farklıymış.
O sabah güneş, altın sarısı ışıklarıyla gökyüzünü boyarken, gözlerin de uykusuzluk yerine bir merak doğmuş. “Acaba ne olabilir?” diye düşünerek, odasının kapısını hafifçe aralamış ve yavaşça dışarı adım atmış. Ama bu adım, onu hiç beklemediği bir maceraya sürükleyecekmiş.
Mina, ormanın derinliklerine doğru yürürken, adımlarında hiç bir zaman hissetmediği bir huzur bulmuş. Rüzgar sanki ona fısıldıyor, kuşlar ona melodilerle eşlik ediyormuş. Yolun sonunda, küçük bir orman göleti belirmiş. O göletin kenarında, her biri farklı renklerde parlayan taşlar diziliymiş. Göletin ortasında ise büyülü bir ada, dev bir çiçekten yapılmış gibi görünüyormuş.
İçeri girdiğinde, adanın tam ortasında, bir ağacın gölgesinde, yuvarlak gözlü ve kocaman kanat kulaklı bir yaratık oturuyormuş. Bu yaratık, adeta ormanın ruhu gibiymiş. Yavaşça, Mina’ya yaklaşarak, “Hoş geldin, küçük gezgin,” demiş. “Benim adım Arion, zamanın bekçisiyim. Gel, sana okulun neden önemli olduğunu göstereyim.”
Mina, biraz şaşkın ama meraklı bir şekilde Arion’un peşinden gitmiş. Arion, ona ormanın derinliklerinde kaybolmuş bir zaman tüneline açılan kapıyı göstermiş. “İçeri girdiğinde, her şeyin ne kadar değerli olduğunu anlayacaksın,” demiş. Mina biraz korkarak ama aynı zamanda heyecanla, kapıdan adımını atmış.
Tünel, renkli ışıklarla doluymuş, her bir adımda farklı bir dünyaya geçiyormuş. Bir an, okul sıralarında oturan, kitapları okuyan, yeni şeyler öğrenen çocukların ne kadar mutlu olduklarını görmüş. Bir diğer anda, okula gitmek istemeyen bir çocuğun, hayalini kurduğu harika dünyalar içinde kaybolduğunu, ama sonunda yalnız kaldığını fark etmiş. Her zaman hayalini kurduğu özgürlüğü bulamıyormuş.
Tünel sonunda, bir çiçek açmış, içinden parlak bir ışık hüzmesi şekilde… Arion, “İşte burası! Okul, işte burada,” demiş ve Mina’ya, okuldaki her dersin bir çiçek gibi açıp büyüdüğünü anlatmış. “Bilgiyi keşfetmek, sana yeni dünyalar açar. Okulda her şey sana yeni yollar, yeni bakış açıları sunar. O yüzden okula gitmekten korkma. Her ders, tıpkı bir çiçek gibi büyür ve senin yolunu aydınlatır.”
Mina, Arion’un sözlerinden çok etkilenmiş. Gözleri parlamış, kafasında okula dair hiç düşünmediği yeni bir ışık doğmuş. Arion ona son bir bakış atarak, “Şimdi git, sabahın ışığını gör. Okulun, senin maceran olacak,” demiş.
Mina sabahın ilk ışıklarıyla uyanmış. Artık okula gitmek, ona korku değil, heyecan verici bir yolculuk gibi geliyormuş. Hızla giyinmiş ve annesine, “Bugün okula gitmek istiyorum,” demiş.
Ve her sabah, Mina okul yolunda bir maceraya çıkıyormuş. Öğrenmenin büyüsüyle her yeni günü kucaklayarak, her dersten sonra biraz daha büyümüş. Okulun, ona sunacağı tüm sürprizlere artık inanıyormuş. Çünkü okula gitmek, sadece ders değil, kendi hayat yolculuğunu keşfetmek demekmiş.