
Sinem, sömestir tatiline büyük bir heyecanla girmişti. Derslerden uzak, bolca oyun ve eğlence dolu günler onu bekliyordu. Ancak ilk birkaç gün çok eğlenceli geçse de, zamanla canı sıkılmaya başladı. En sevdiği kitapları okumuş, oyuncaklarıyla oynamış, hatta pencereden dışarıyı izleyerek saatler geçirmişti. Ama bir türlü yeni bir şey bulamıyordu.
Bir sabah kahvaltıda annesi, anneannesi ve teyzesi sohbet ederken Sinem homurdanarak sandalyeye oturdu.
“Çok sıkıldım!” diye mızmızlandı. “Ne yapacağımı bilmiyorum.”
Anneannesi gülümseyerek ona baktı. “Eğer istersen, bugün bize katılabilirsin,” dedi.
Sinem merakla başını kaldırdı. “Ne yapıyorsunuz ki?”
Teyzesi sepetten rengârenk yumakları ve şişleri çıkarıp masaya koydu. “Örgü örüyoruz,” dedi. “Hem de çok eğlenceli!”
Sinem biraz düşündü. Örgü ona sıkıcı gibi geliyordu, ama denemeye de kararlıydı. “Peki, ben de öğrenebilir miyim?” diye sordu.
Annesi sevinerek yanına oturdu ve ona ilk ilmekleri nasıl atacağını gösterdi. Sinem başta şişleri elinde nasıl tutacağını bile bilmiyordu. İpliği bir o tarafa, bir bu tarafa dolarken kolları birbirine karışıyor, şişleri düşürüyordu. Anneannesi gülerek sabırlı olması gerektiğini söyledi.
“Örgü, sabır işidir,” dedi anneannesi. “Ama bir öğrendiğinde çok keyifli olur!”
Sinem, birkaç denemeden sonra ilk ilmeklerini atmayı başardı. Küçük, yamuk yumuk bir parça olmuştu ama bu bile onu mutlu etmeye yetti. Teyzesi ona düğmelerle süsleyebileceği minik bir atkı örmeyi teklif etti.
Günler geçtikçe Sinem örgü örmeyi iyice öğrendi. Küçük atkısını tamamladığında büyük bir gurur duydu. Üstelik, örgü örerken annesi, anneannesi ve teyzesiyle çok güzel sohbetler ediyordu. Eskiden sıkıcı bulduğu bu iş, aslında sıcacık ve eğlenceli bir zaman geçirme şekli olmuştu.
Sömestir tatili bittiğinde Sinem artık örgü örmeyi bilen biri olmuştu. Okulda arkadaşlarına yaptıklarını gösterdi ve onlara da öğretmeye karar verdi. Artık sıkıldığında ne yapacağını biliyordu: Renkli ipleri alıp kendi elleriyle bir şeyler oluşturmak!