Bir varmış, bir yokmuş… Uzak diyarlarda, kırlara ve ormanlara hayran olan küçük bir çocuk yaşarmış. Bu çocuğun adı Vedat’mış. Vedat, her sabah güneşin ilk ışıklarıyla uyanır, evlerinin arkasındaki geniş çayıra koşar ve saatlerce çiçekleri incelermiş. Onun en büyük hayali, dünyadaki tüm çiçekleri tanımak ve onların sırlarını keşfetmekmiş.
Bir gün, Vedat çayıra gittiğinde daha önce hiç görmediği bir çiçek fark etmiş. Bu çiçek, gökkuşağı gibi renk değiştiriyor, hafif bir melodi yayıyor ve yapraklarından altın tozları dökülüyormuş. Vedat, hayranlıkla bu çiçeğe yaklaşmış ve “Sen de kimsin?” diye fısıldamış. Tam o sırada, çiçeğin içinden incecik, parlak kanatlı bir peri çıkmış! Peri, tatlı bir gülümsemeyle konuşmaya başlamış:
“Merhaba Vedat, ben Çiçek Perisi Lila. Çiçeklere olan sevgin, beni buraya getirdi. Eğer gerçekten çiçeklerin sırlarını öğrenmek istiyorsan, seni büyülü bahçeme götürebilirim. Ama orada her çiçeğin anlamını ve türünü öğrenmen için yedi bilmeceyi çözmen gerekecek. Hazır mısın?”
Vedat, heyecanla başını sallamış. Lila, sihirli bir toz serpmiş ve ikisi bir anda büyülü bir bahçenin ortasında bulmuş kendilerini. Bahçe, göz alabildiğine uzanıyormuş. Her tarafta rengârenk çiçekler açıyor, etrafa hoş kokular yayıyormuş. Ama bu bahçedeki çiçeklerin her biri konuşabiliyormuş!
Lila, Vedat’a dönüp şöyle demiş:
“Bu bahçedeki her çiçek bir bilmece saklıyor. Eğer doğru cevabı bulursan, çiçeğin türünü ve sırrını öğrenebilirsin. Haydi, başlayalım!
Vedat, parlak kırmızı bir gülün yanına gitmiş. Gül ona şöyle demiş:
“Ben sevginin ve tutkunun sembolüyüm, ama bazen dikenlerimle can yakabilirim. Söyle bakalım, ben kimim?”
Vedat hemen gülümsemiş. “Sen bir gülsün!” demiş. Gül, yapraklarını açmış ve Lila, gülün sevgiyi temsil ettiğini anlatmış.
Biraz ileride Vedat, nazikçe sallanan beyaz bir papatyayla karşılaşmış. Papatya şöyle demiş:
“Benim yapraklarımı insanlar hep bir sorunun cevabını aramak için koparır. Neyim ben?”
Vedat, “Papatya falı! Sen bir papatyasın!” demiş. Papatya neşeyle dans etmiş ve Lila, onun saflığın ve masumiyetin çiçeği olduğunu anlatmış.
Vedat, zarif bir lale ile karşılaşmış. Lale şöyle demiş:
“Beni bir zamanlar kralların bahçelerinde görürdünüz. Zarafetin ve zenginliğin simgesiyim. Kimim ben?”
Vedat, “Sen bir lalesin!” diye yanıtlamış. Lila, lalelerin bir zamanlar çok değerli olduğunu ve farklı renklerinin farklı anlamlar taşıdığını söylemiş.
Vedat, güneşe doğru bakan kocaman bir çiçeği fark etmiş. Çiçek şöyle demiş:
“Güneş nereye giderse, ben de oraya bakarım. Neşenin ve sadakatin sembolüyüm. Neyim ben?”
Vedat, “Sen bir ayçiçeğisin!” demiş. Çiçek ona parlak bir gülümseme sunmuş.
Mor renkte minik bir menekşe şöyle demiş:
“Alçakgönüllüyüm, küçük ama anlamlıyım. Beni hediye eden sadakatini gösterir. Söyle, kimim ben?”
Vedat, “Sen bir menekşesin!” demiş. Menekşe neşeyle eğilmiş.
Vedat, suyun üstünde yüzen beyaz bir çiçeği fark etmiş. Çiçek şöyle demiş:
“Suyun üstünde dans ederim. Sükunet ve ruhsal saflığın temsilcisiyim. Kimim ben?”
Vedat, “Sen bir nilüfersin!” demiş. Nilüfer zarifçe suyun üzerinde süzülmüş.
Son olarak, zarif ve egzotik bir çiçek Vedat’a dönüp şöyle demiş:
“Güzellik ve zarafetin çiçeğiyim. Ama bakımımla ilgilenmek sabır ister. Kimim ben?”
Vedat, “Sen bir orkidesin!” demiş.
Vedat tüm bilmeceleri çözmeyi başarmış. Lila, ona bahçedeki çiçeklerin sırlarını öğretmiş. Vedat artık çiçeklerin sadece güzel olmadığını, aynı zamanda derin anlamlar taşıdığını öğrenmiş.
Lila, Vedat’a dönüp şöyle demiş:
“Sen çiçeklerin dilini öğrendin, Vedat. Artık dünyadaki her çiçeği tanıyabilir ve onların mesajlarını anlayabilirsin. Ama unutma, çiçeklere sevgiyle yaklaşan herkes bu dilin bir parçası olabilir.”
Vedat, büyülü bahçeden geri döndüğünde artık her çiçeğe bambaşka bir gözle bakıyormuş. Çiçeklerin sırlarını herkese anlatmış ve onların güzelliğini korumak için elinden geleni yapmış.
Gökten üç çiçek düşmüş; biri Vedat’a, biri okuyana, biri de bu masalı anlatana…