Yolculuk vakti gelip çatmıştı. Güneş bulundukları diyara eskisi kadar uğramıyordu artık ve bu durum kuşlar için göçün habercisiydi. Soğuk kış günlerinde yiyecek bulmak hiç kolay olmuyordu onlar için. Onlar da çareyi güneşi takip etmekte, güneye doğru gitmekte bulmuştu. Kuşlar telaş içinde son hazırlıklarını yapıyor, burayı terk etmek çok zor geliyordu onlara. Çünkü şehrin en büyük parkında yeşillikler içinde yaşıyorlardı. Park, her gün insanlarla dolup taşıyor, kuşların da eşliğiyle cıvıl cıvıl oluyordu. Fakat yeşillikler sarıya dönmeye başladığında parkın eski neşesi kaybolmaya başlıyordu. Artık eskisi kadar insan gelmiyor, kuşları besleyenlerin sayısı gün geçtikçe azalıyordu. Bu durum her sene böyle oluyordu. O yüzden alışmıştı kuşlar bu duruma. Hatta şimdi gidecekleri yer bile hazırdı kafalarında. Yeni günün ilk ışıklarıyla yola koyuldular. Ama onlara katılamamış olan birileri vardı. Şehrin en büyük parkındaki en görkemli ağaçta bir kuş yuvası çarpıyordu göze. Eskiden ağacın yaprakları arasında kaybolup gider gözle görülemezdi ama şimdi ağacın yaprakları dökülmüş, dökülen bu dalların arasından gösteriyordu kendini. Anne kuşun özenle yaptığı yuvaydı bu. Bütün çalıları tek tek toplayıp getirmiş, geniş bir yuva yapmıştı. İki yumurtası vardı o yuvada.
Onları sıcak tutmak için elinden geleni yapıyordu. O büyük gün geldiğinde yumurtalar çatlamaya başladı, iki yavru kuş dünyaya geldi. Kanatlarının altında tutuyordu anne kuş yavrularını. Onlara yiyecek bulup gelmesi gerekiyordu her gün. Sabah erkenden çıkıyor ve her seferinde ağzında yavruları için taşıdığı yiyeceklerle geri geliyordu. Yavruları daha yeni doğduğu için uçamıyorlardı. O yüzden onlar güneye gidemeyip burada kalmıştı. Bu soğuk kış günlerini mecburen burada atlatmak zorundaydılar. Günler geçtikçe bu durum git gide zorlaşıyordu. Hava sıcaklıkları her geçen gün düşüyor, yavru kuşlar çok üşüyordu. Sonunda ilk kar düşmeye başlamıştı. Bu durum anne kuşu çok üzmüştü çünkü etrafı kar kapladıkça yiyecek bulmak da zorlaşacaktı. Anne yavrularını kanatlarının altına aldı ve kar yağışının durmasını beklemeye başladı. Beklerken gece oldu ve kar yağmaya devam ediyordu. Anne kuşun yorgun bedeni daha fazla dayanamamıştı ve uykuya dalmıştı. Sabah gözlerini açtığında ise onu bembeyaz bir manzara karşılamıştı. Parkın o kocaman meydanı beyazlara bürünmüştü. O beyaz görüntünün güzelliğini bozan tek bir ayak izi bile yoktu daha karın üzerinde. Anne kuş yuvadan havalanıp önce yere kondu. Kardaki ilk ayak izi onun minik pençeleri olmuştu. Durdu ve bir süre ne yapacağını düşündü.
Bir önceki gün hiçbir şey yiyemedikleri için aç ve yorgun uyanmıştı. Yavruları da bitkin düşmeye başlamışlardı. Küçük bedenleri açlığa ve soğuğa dayanamayacak kadar narindi. Anne hemen kanatlarını çırptı ve uçmaya başladı. Her yer bembeyazdı. Nereye gidip nereden yiyecek bulacağını bilmiyordu. Toprağın karla kaplı olmadığı zamanlarda toprağı eşeler ve oradan yiyecek bulurdu. Ama artık bu da mümkün değildi. O güzel yaz günlerinde parkları dolduran insanlar da artık gelmiyor, gelseler bile gelip geçiyor kimse durmuyordu. Anne kuş umutsuzca uçuyordu. Susadığında durup su içtiği yerler vardı. Ama onlar bile buz tutmuştu. Artık kanat çırpacak gücü kalmamıştı. Hava da git gide kararıyordu. Evlerin ışıkları teker teker yanmaya başlamıştı. Bir evin penceresinden küçük bir çocuk dışarıyı izliyordu. Gündüz arkadaşları ile beraber saatlerce kar topu oynayıp bahçelerine de küçük bir kardan adam yapmışlardı. Şimdi ise sokak lambasına doğru bakıp karın tek tek yere düşüşünü izliyordu. Tam da bu esnada anne kuş çocuğun penceresinin önüne attı kendini. Artık kanat çırpacak gücü bile kalmamıştı. O kadar yorulmuş ve üşümüştü ki bir anda baygın düştü ve gözleri kapandı pencerenin önünde. Bu durumu gören çocuk hemen camı açtı ve onu avuçlarının arasına alıp içeriye taşıdı. Çocuk sevinci ve üzüntüyü aynı anda hissediyordu içinde. Çünkü hem bir kuşu olmasını çok istiyordu hem de kuşun bu yorgun, bitkin düşmüş hali onu çok üzmüştü. Ama ona çok iyi bakıp onu bir an önce iyileştireceğine inanıyordu. Ona sıcacık bir yuva yapacak, yemekler verecek kuş da bu yuvanın içinde cik cik ötüp eğlenecekti.
Anne kuş hala çocuğun avuçları arasındaydı. Çocuk elinin sıcaklığıyla ısıtıyordu onu. Anne kuşun üzerindeki kar taneleri yavaş yavaş eriyip su olup akmıştı. Sıcaklık içine işledikçe kendine geliyordu. Yavaşça gözlerini açtı. Hiç tanımadığı bir yerdeydi. Bir anda içini endişe kapladı. Yavrularını geride bırakmıştı. Hemen kanatlarını çırpıp havalanmaya başladı. Çocuk öyle heyecanla almıştı ki kuşu içeriye camı kapatmamıştı bile. Anne kuş ise hemen uçup çıktı camdan dışarıya. Çünkü aklı yavrularında kalmıştı ve bir an önce gidip onlara yiyecek bulması gerekiyordu. Anne kuş uçup giderken çocuk da arkasından bakakalmıştı. Bir anda bir hüzün kapladı çocuğun içini. Hayal ettiği güzel anlar elinden uçup gitmişti. Kısa sürede çok büyük bir sevgi beslemişti camın önünde bulduğu o minik ve çaresiz kuşa. O kuşu unutmamak için hemen defterinin başına koştu ve resmini çizmeye başladı. Onu hatırlatması için ise resmin altına şu satırları yazdı.
Mini mini bir kuş donmuştu,
Pencereme konmuştu.
Aldım onu içeriye,
Cik cik cik cik ötsün diye.
Pır pır ederken canlandı,
Ellerim bak boş kaldı.
ÇOCUK MASALLARI MASAL SARAYINDA..