Bir zamanlar, yemyeşil bir vadinin kenarında, rengarenk çiçeklerle dolu bir orman varmış. Ormanın içinde bir köy bulunurmuş ve bu köyde Özlem adında, doğayı çok seven, neşeli bir kız yaşarmış. Özlem, her sabah uyanır uyanmaz, köyün dışındaki ormana doğru koşar, en güzel çiçekleri toplar, her birini sevgiyle koklar ve onlara şarkılar söylerdi.
Özlem, çiçeklerin sadece güzellikleriyle değil, onların insan ruhunu iyileştiren özellikleriyle de ilgilenirmiş. Birçok farklı çiçek çeşidi arasından, her birinin kendine has bir özelliği olduğunu keşfetmişti. Mesela, mor lavantalar huzur verirken, beyaz papatyalar sevgi ve dostluğu simgelermiş. Özlem, her gün bu çiçekleri toplar, köydeki insanlara verir, onların yüzlerinde mutluluğu görmek için sabırsızlanırmış.
Bir gün, Özlem, sabah güneşiyle uyanıp ormanda yürürken, çok özel bir çiçek görmüş. Bu çiçek, daha önce hiç görmediği kadar parlak, nadir bir mor renkteymiş. Özlem hemen eğilip çiçeği koklamış ama bir şey fark etmiş: Çiçek, solgunlaşmaya başlamış. Onun bu şekilde solmasını istemeyen Özlem, bir karar vermiş. “Bu çiçek, sadece bana ait olamaz,” demiş. “Onun güzelliği herkesle paylaşılmalı.”
Özlem, çiçeği nazikçe yerinden çıkarmış ve ormanın derinliklerine doğru yürümeye başlamış. Yolculuğunda, başka çiçekler, kuşlar, ağaçlar ona eşlik etmiş. Ormanın kalbine geldiğinde, bu özel çiçeği, ormanın en güzel yerine, bir dere kenarına yerleştirmiş. Çiçeğin etrafında minik bir alan yaratmış, her gün oraya gelip ona bakıp, çiçeğin solgunlaşmasını engellemeye çalışmış.
Zamanla, köydeki insanlar, Özlem’in çiçeklerine olan sevgisini ve onlara gösterdiği özeni görmüşler. Her gün çiçeklerini toplayıp köydeki herkese verdiği için, herkes Özlem’in içindeki sevgi ve huzuru hissedebilmiş. Özlem, çiçekleri toplarken ve onlara bakım yaparken, aslında doğanın iyileştirici gücünü de keşfetmiş.
Bir gün, Özlem ormanda çiçekleri toplarken, yaşlı bir kadınla karşılaşmış. Kadın, gülümsedi ve “Çiçekleri toplamak, onların ruhunu almak gibidir, ama onları yaşatmak için köklerine de sahip çıkman gerekir,” demiş. Özlem, kadının söylediklerini derinlemesine düşünmüş. “Çiçekleri sadece toplamak değil, onları yaşatmak ve çoğaltmak gerek,” demiş kendi kendine.
Bundan sonra, Özlem, her çiçeği toplarken sadece onun güzelliğini değil, aynı zamanda onu beslemeyi ve onun kalıcı olmasını sağlamayı da bir görev kabul etmiş. Ormanın içinde bir çiçek bahçesi oluşturmuş. Yavaşça, köydeki herkes bu çiçeklerden faydalanmaya başlamış, çünkü Özlem’in çiçekleri sadece güzel değil, iyileştirici bir güce de sahipmiş.
Ve o günden sonra, Özlem, sadece çiçek toplamakla kalmamış, ormanın güzelliklerini ve insanlara nasıl sevgiyle dokunulabileceğini öğrenmiş. Her çiçek, ona yeni bir hikaye anlatmış, her gün biraz daha büyüyüp gelişmiş. Özlem, ormanın içindeki huzuru ve sevgi dolu atmosferi her zaman korumuş ve köydeki herkes de onun bu özel enerjisinden beslenmiş.