Ilık bir ilkbahar günü Cengiz mutfaktan gelen güzel kokularla ve babasının neşeli ıslığıyla uyandı. Ardından koridorun başından koşarak gelen kardeşi Cemre’nin “Uyandırma uçağı geliyoooooor!” sesiyle kapıya döndü ve her sabah olduğu gibi küçük kardeşi, onu, yorganı üzerinden hızlıca çekerek yataktan kalkmaya zorladı. İki kardeş birbirleriyle şakalaşarak banyoya gittiler, ellerini ve yüzlerini yıkayarak alt kattaki mutfağa doğru koştular. Mutfağın kapısından giren Cengiz, birlikte kahvaltı hazırlayan annesine ve babasına “Günaydın!” dedi. Hep birlikte kahvaltı yapıp konuşurlarken Cengiz’in gözü birden duvar saatine takıldı. Okula geç kalmak üzere olduğunu fark eden Cengiz koştura koştura odasına gitti. Aslında Cengiz saatleri okumayı henüz bilmiyordu, okula yeni başlamış sayılırdı ama annesi ona saatteki çubuklar nerede olunca dersin başladığını öğretmişti. Bu sayede Cengiz çubuklar o sayıya yaklaşınca ne yapması gerektiğini biliyordu. Dişlerini fırçalayıp, okul kıyafetlerini giyen Cengiz, babasıyla beraber okula doğru yürümeye başladı. Cengiz bu okul yürüyüşlerini çok severdi çünkü babasıyla yol boyunca dostluk, iyilik, çalışkanlık gibi birçok konudan konuşurlardı. Cengiz de babasıyla yol muhabbetleri yaparken kendini kocaman bir çocuk gibi hissederdi ve ona hep hayran kalırdı. Hatta bir keresinde babasıyla yine yürürken yolda üzgün bir grup çocuk görmüşlerdi. Cengiz’in babası çocuklara neden üzgün olduklarını sormuştu. Çocuklar da toplarının havasının az olduğunu, bu yüzden oyun oynayamadıklarını söylemişlerdi. Cengiz’in babası gülümseyerek topu çocuklardan almış ve kendi yöntemleriyle topu oynanabilir hale getirmeyi başarmıştı. Bunu gören çocuklar çok şaşırmışlar ve Cengiz’e bir süper kahramanın çocuğu olduğu için çok şanslı olduğunu söylemişlerdi. Cengiz o gün babasına gerçekten hayran olmuştu ve kendisini gerçekten de şanslı hissetmişti. Ve o günden sonra kendine bir kural koymuştu, kural şuydu: “Akşam uyku vaktine kadar gün içinde en az bir kere yardıma ihtiyacı olan birine yardım etmek”.
-Ben her zamanki gibi vaktinde evden çıkmıştım ama yolda ödevimi evde unuttuğumu fark ettim. Ödevi yapmak için öyle çok zaman harcadım ki! Öğretmenime göstermek istedim ama seni bekletmek de istemedim. Bu yüzden eve koşarak dönebilirim diye düşündüm ama acele ettiğim için takılıp çamurun içine düştüm. Her şeyim çamur oldu, yırtıldı!
Uğur hem ağlayıp hem konuşurken derin bir nefes çekerek konuşmaya devam etti:
-Ayakkabılarım… Ayakkabılarım da yırtıldı ondan çok yavaş yürümek zorunda kaldım. Şimdi bu halde nasıl okula gideceğim? Asla gidemem.
Cengiz üzgün bir sesle onu eve götürmeyi teklif etti ama Uğur ağlamaklı bir sesle:
-Daha fazla yürüyemeyeceğim, çok yoruldum. Hem zaten ayakkabım da yok ki…
Dedi. Cengiz kafasını gökyüzüne kaldırıp biraz düşündükten sonra birden gözleri parlayarak arkadaşına döndü ve dedi ki:
-Hadi birlikte bir oyun oynayalım! Şimdi ben ayakkabımın bir tanesini çıkarıp sana vereceğim, sen de onu giyeceksin. Sonra çıplak olan ayaklarımı kaldırıp tek ayak üzerinde durup kollarımızı birbirimizin omzuna atacağız ve tek kişiymişiz gibi hayal edeceğiz. Böylece zıplayacağımız ayaklarımızda ayakkabı olacak ve havada olan ayaklarımız da kirlenmeyecek. Ama en önemli kural şu ki; asla ama asla acele etmeyeceğiz ve yoruldukça dinleneceğiz. Böylece bu oyunu iki güçlü süper kahraman gibi kazanacağız Olur mu?
Uğur, gözyaşlarını silerek dostuna baktı ve gülümsedi. Onaylarcasına başını aşağı yukarı salladı ve bu iki sıra arkadaşı dedikleri gibi birbirlerinin omuzlarından destek alarak Cengiz’in evine doğru zıplayarak gitmeye başladır. Cengiz yol boyunca Uğur’u güldürmek için her şeyi yaptı ve sonunda Uğur da olanları unutup eğlenmeye başladı. Eve vardıklarında Cengiz Uğur’un merdivene oturmasına yardım etti ve kapının zilini çalmaya başladı. Cengiz’in annesi kapıyı açınca gördüğü manzara karşısında şaşkınlıktan küçük dilini yutacaktı. Zavallı kadın hemen onları içeri alarak temizlenmelerine yardım etti ve Uğur’un yaralarına baktı. O sırada Cengiz odasına koşarak kendi kıyafetlerinden birkaç parça getirdi ve arkadaşının giymesine yardım etti. Cengiz ve Uğur o gün akşama kadar birlikte oyun oynadılar ve çok eğlendiler. Cengiz’in annesi de hem okula, hem de Uğur’un annesine haber verdi. O gün Cengiz’in babası eve gelince olanları eşinden dinledi ve çok duygulandı. Hemen bir koşu evden çıktı ve bir süre elinde iki büyük hediye paketiyle döndü. Cengiz’in odasının kapısını tıklatıp içeri girdi ve çocukların yanına oturdu. Hediye paketlerinin birini Uğur’a diğerini Cengiz’e uzattı. Paketleri heyecanla açan bu iki arkadaş, tabanında ışık yanan birer çift yepyeni ayakkabıyla karşılaştılar. Cengiz’in babası söze girdi:
-Duydum ki ikiniz de ayakkabılarınızı dostluğunuz için feda etmişsiniz. Ben de bu güzel dostluk için size birer hediye vermek istedim.
İki arkadaş sevinçten havalara uçtular ve birbirlerine sarıldılar. Akşam olunca Cengiz ve babası Uğur’u evine götürdüler ve eve geri dönerken bugün hakkında konuşmaya başladılar. Cengiz’in babası, oğluna onunla ne kadar gurur duyduğunu, yaptığının çok özel bir davranış olduğunu söyledi. Cengiz de babasına:
-Baba! Bugün için en düzgün ve en güzel çakıl taşını bulalım çünkü ben bugün en sevdiğim dostuma yardım ettim dedi.
Cengiz’in babası ise bu iyilik için kutuya bir çakıl taşı koymak yerine daha özel ve kalıcı bir hatıra bulunması gerektiğini söyledi ve cebinden çıkardığı çakıl taşı büyüklüğünde bir çift oyuncak ayakkabıyı Cengiz’e uzatarak devam etti:
-Taş yerine bunları kutuna koymaya ne dersin? Hem istersen oyuncak ayakkabıların birini yine Uğur’a verebilirsin dedi.
Cengiz babasına bu fikir için teşekkür ederek oyuncak ayakkabıları eline aldı ve onları bir daha asla bırakmadı. Yıllar geçti, Uğur ve Cengiz tatlı birer tonton dede oldular ve dostlukları da hep sürdü. Çünkü onlar, teki olmadan hiçbir anlamı olmayan bir çift ayakkabı gibiydiler.
TÜRK MASALLARI MASAL SARAYINDA..