Bir varmış, bir yokmuş. Allah’ın kulu pek çokmuş. Çok söylemesi çok günahmış.
Evvel zamanda Keloğlan’ın yaşamakta olduğu şehrin padişahına çok güzel bir yorgan hediye getirmişler.
Padişah “Bu yorganı çok beğendim, dünyada bu yorganın bir benzeri daha yoktur.” demiş.
Bunun üzerine orada hazır bulunan Keloğlan, “Padişahım devin bir yorganı var; bir yorganı var dünyada eşi bulunmaz.
Bu size hediye gelen yorgan onun yanında hiç kalır.” demiş.
Bunun üzerine padişah, “Bu yorganı bana kim getirebilir?” deyince Keloğlan, “Ben getiririm efendim.” demiş.
Padişah da “Peki, git getir bakalım.” demiş.
Keloğlan bir kutuya çokça bit pire toplayıp devin evine gelmiş.
Bir kenara saklanıp devin uyumasını beklemiş.
Dev uyuyunca sessizce eve girip getirdiği biti pireyi devin yorganına boşaltıp dışarı çıkmış.
Dev biraz sonra kaşınarak uyanmış.
Işığı yakmış bakmış yorganının üzeri bit pire dolu: “Ben böyle yorgan istemem.” deyip yorganı kaldırıp kapıya atmış.
Keloğlan dev eve geri girince hemen yorganı almış, bitini piresini temizleyip padişaha götürmüş.
Padişah görünce yorgana bayılmış. “Aferin Keloğlan, doğrusu çok güzel bir yorganmış.” demiş.
Keloğlan, “Efendim bu bir şey değil devin bir kuşu var, bir kuşu var dünyada eşi bulunmaz.
Tüyleri pırıl pırıl, sesi şahane.” deyince padişah “Bu kuşu bana kim getirebilir?” demiş, Keloğlan, “Ben getiririm” demiş.
Padişah, “Peki git getir bakalım.” demiş.
Keloğlan devin evine gitmiş, bir köşeye saklanmış. Akşam olunca dev, kuşunun yemini suyunu verip yatmış.
Dev uyuyunca Keloğlan kuşun yanına gelip kafasına hafifçe vurmuş. Sonra bir köşeye saklanmış.
Kuş acıyla, “Cik, cik” diye ötmeye başlamış.
Dev kuşun sesine uyanmış, koşarak yanına gelmiş, bakmış hiçbir gariplik yok, “Herhalde yemi suyu az geldi.” deyip biraz daha yem su verip yatmış.
Keloğlan dev uyuyunca gene kuşun kafesine gelip kafasına vurmuş.
Kuş gene, “Cik, cik” diye ötmüş.
Dev gene koşarak gelmiş bakmış hiçbir şey yok. “Yemi suyu yetmedi galiba.” deyip biraz daha yem su verip yatağına dönmüş.
Dev uyuyunca Keloğlan tekrar kuşun kafasına vurmuş.
Kuş gene, “Cik cik” diye ötmeye başlamış.
Dev gene koşarak gelmiş, bakmış hiçbir gariplik yok.
Bu defa çok kızmış; “Ben böyle edepsiz kuş istemem.” deyip kuşu kafesiyle birlikte kaldırıp kapıya atmış.
Keloğlan saklandığı yerden çıkıp, kuşu alıp padişaha götürmüş.
Padişah kuşu çok beğenmiş, “Aferin Keloğlan, bu çok güzel bir kuşmuş.” demiş.
Keloğlan “Bu bir şey değil padişahım, devin bir atı var, bir at var; dünyada eşi bulunmaz.
Tüyleri adeta parıl parıl parlar, adı Parlak AT’tır, yıldırım gibi koşar, hiçbir at onu geçemez.” deyince padişah, “Bu atı bana kim getirebilir?” demiş, Keloğlan, “Ben getiririm” demiş.
Padişah, “Peki git getir bakalım.” demiş.
Keloğlan devin evine gitmiş, bir köşeye saklanmış.
Akşam olunca dev atının yemini suyunu verip tımarını yapıp yatmış.
Dev uyuyunca Keloğlan atın yanına gelip atın kafasına hızlıca vurmuş.
Sonra bir köşeye saklanmış Parlak At “Hii, hii” diye kişnemeye başlamış.
Dev, atın kişnemesine uyanmış. Koşarak atın yanına gelmiş, bakmış hiçbir gariplik yok, “Herhalde yemi suyu az geldi.” deyip biraz daha yem su verip yatmış.
Keloğlan dev uyuyunca gene Parlak Atın kafasına vurmuş. At gene “Hii, hii” diye kişnemiş.
Dev gene koşarak gelmiş bakmış hiçbir şey yok, “Yemi suyu yetmedi galiba.” deyip biraz daha yem su verip yatağına dönmüş.
Dev uyuyunca Keloğlan tekrar atın kafasına vurmuş. Parlak At gene “Hii, hii” diye kişnemeye başlamış.
Dev gene koşarak gelmiş, bakmış hiçbir gariplik yok. Bu defa çok kızmış: “Ben böyle edepsiz at istemem.” deyip Parlak Atı kapıya atmış.
Keloğlan saklandığı yerden çıkıp ata binip gelip atı padişaha teslim etmiş.
Padişah, Parlak Atı görünce hayran kalmış, “Aferin Keloğlan, bu ne güzel atmış.” demiş.
Keloğlan “Bu bir şey değil, padişahım devin bir kendisi var; bir kendisi var, görenler korkar, minare gibi boyu var, elleri kürek gibi, ayakları direk gibi.
Bir görmelisiniz.” demiş. Padişah “Bu devi bana kim getirebilir?” deyince Keloğlan “Ben getiririm.” demiş.
Padişah da “Yahu Keloğlan! Devin yorganını getirdin, kuşunu getirdin, atını getirdin aferin.
Fakat devin kendisini nasıl getirebilirsin?” demiş.
Keloğlan “Ben getiririm efendim.” demiş.
Padişah da, “Pekiyi git getir bakalım.” demiş.
Bunun üzerine Keloğlan her tarafına tavus tüyleri takmış, elbisesine sayısız ziller dikmiş, ayağına ayakçaklar takıp boyunu iyice uzatmış, korkunç bir kılığa bürünmüş.
Devin evine gelmiş.
Devin uyumasını beklemiş.
Dev uyuyunca yatağının başına gelip hızlıca sallanmış.
Bütün zilleri şıngır, şıngır etmiş.
Dev uyanmış bakmış, yatağının başında acayip bir mahlûk var.
Çok korkmuş, “Sen kimsin?” diye sormuş.
Keloğlan sesini kalınlaştırarak “Ben Azrail’im, senin canını almaya geldim.” demiş.
Dev “ Aman Azrail bana biraz müsaade et bari kendime bir tabut hazırlayayım.” demiş.
Keloğlan “Peki yap yalnız çabuk ol.” demiş.
Dev hemen aşağı inmiş. Âletlerini çıkarmış, kendine büyük bir tabut yapmaya başlamış.
Keloğlan ara sıra zillerini şıngırdatıp sesini kalınlaştırarak “Çabuk ol daha fazla bekleyemem.” Dev de hemen bitiriyorum, şimdi bitiriyorum.” diyormuş.
Nihâyet tabutu bitirip içine girmiş.
Keloğlan hemen tabutun kapağını çivileyip devi tabutun içine hapsetmiş.
Devin büyük bir arabası ve onu çeken katırları varmış. Devi o arabaya yükleyip padişaha getirmiş.
Padişah Keloğlan’ın koca devi böyle tabuta koyup getirmesine çok şaşmış.
Keloğlan’ın aklını ve cesaretini çok takdir etmiş. Bir daha onu yanından hiç ayırmamış.