Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde, kalbur saman içinde, memIeketin birinde, bir annenin iki oğlu, bir de kızı varmış. Günün birinde çocukların annesi bu dünyadan göçüvermiş.
Öksüz kalan çocukların en büyüğü, geçimlerini sağlamak için pazardan üç tavuk satın almış. Kız kardeşlerinin tavuğu her gün yumurtladığı halde, erkek kardeşlerin tavukları hiç yumurtlamıyormuş.
Erkek kardeşler, kız kardeşini kıskanmışlar. Onun tavuğunu alıp, evin altındaki mahzene saklamışlar. Fakat, mahzenin içinde bir devin evi varmış. Kız, tavuğunu görerneyince;
“Tavuğumu gördünüz mü?” diye kardeşlerine sormuş.
Kızın en büyük ağabeyi: “Tavuğun, mahzendeki devin evine kaçtı. Oraya gidersen bulursun.” demiş.
“İyi ama ben mahzene nasıl inerim?” demiş kız.
Erkek kardeşler: “Biz, beline bir ip bağlayıp, seni aşağı sarkıtırız.” demişler. Sonra, kızın beline bir ip bağlayıp, onu aşağı sarkıtmışlar. Kız, mahzene iner inmez yukardan ipi kesip, oradan uzaklaşmışlar.
Kız, mahzendeki devin evine girip tavuğunu aramaya başlamış, ama bir türlü bulamamış. Evi çok dağınık görünce, ortalığı süpürüp temizlemiş, sofrayı hazırlamış. Sonra, kuytu bir yere saklanmış.
Bu arada dev, evine gelmiş. Ortalığın ter temiz olduğunu görünce; “Bunda bir iş var” deyip, etrafı aramaya başlamış. Bir köşede saklanan kızı bulmuş: “Sen iyi bir kıza benziyorsun. Benden korkmana gerek yok, şayet kızım olursan sana bir şey yapmayacağım.” demiş.
Kız da, devin kızı olmayı kabul etmiş.
Bir gün dev: “Kızım, ben ava gidiyorum. Şu kırk anahtarı al, otuz dokuz odayı aç, ortalığı derleyip düzenle, fakat kırkıncı odayı sakın açayım deme.” diye tembih edip gitmiş.
Kız, otuz dokuz odayı birer birer açmış, ortalığı temizleyip, düzenlemiş ama kırkıncı odada ne var diye merak etmeye başlamış. Sonunda dayanamayıp, o odayı da açmış.
Açmış açmasına ama, Aman Allahım! Bir de ne görsün: Orta yerde koskoca bir kazan, kazanın içinde iskeletler. Korkudan nefesi kesilecek gibi olmuş.
Bir müddet sonra kendini toparlayıp, etrafa bakmaya başlamış. Bir ağaca kol ve bacaklarından bağlanmış delikanlıyı fark etmiş. Hemen eline bir bıçak almış, ipleri keserek delikanlıyı kurtarmış. Genç:
“Eğer beni kurtarmasaydın, dev, beni şu gördüğün kazanda pişirip yiyecekti. Çok sağ oll” diye kıza teşekkür etmiş. Kız:
“Seni kurtarmasına kurtardım ama, buradan kaçmanın yonunu bilmiyorum ki.” demiş. Delikanlı:
“Ben çıkış yolunu biliyorum, beni takip et.” demiş ve birlikte mahzendeki gizli geçitten kaçmışlar.
Bu sırada dev, evine dönmüş. Kızı ortalarda göremeyince aramaya başlamış. Kırkıncı odaya gelince, kızın gençle kaçtığını anlamış. “Ben bunun hesabını soranm!” demiş öfkeyle. Sonra, sihirli sandığına binmiş ve sandıkla birlikte hızla havalanmış…
Delikanlı, devin sihirli sandığıyla geldiğini görünce, kıza bir tokat vurmuş. Kız hemen bir ağaç oluvermiş, oğlan da bir çoban kılığına girmiş.
“Ey çoban! Buradan bir kızla oğlanın geçtiğini gördün mü?” diye sormuş. Çoban:
“Buralardan kuş uçmaz, kervan geçmez.” deyince, dev, tekrar sihirli sandığına binip, başka bir yöne gitmiş.
İki genç tekrar kaçmaya başlamış. Bir zaman sonra, devin yine kendilerine doğru geldiğini gören genç, kıza tekrar bir tokat vurmuş. Kız, hemen bir çeşme olmuş, oğlan da çeşmeden akan bir su olup akmaya başlamış.
Dev, çeşmenin başında durup sağa sola bakınış, ama hiç kimseyi görememiş. Çaresiz bir halde evine dönmüş.
Dev, oradan uzaklaşınca, iki genç tekrar yollara düşmüşler.
Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Altı yaz, bir kış gitmişler. Bir de bakınışlar, bir arpa boyu yol gitmişler.
Meğer bu genç, bir padişahın oğluymuş. Padişah, oğlunu görünce, sevinçle kucaklamış. Baba oğul hasret gidermişler. Sonra, oğlan başından geçenleri bir bir anlatmış.
“Babacığım, müsaade ederseniz, bu kızla evlenmek istiyorum.” demiş.
Padişah, bu cesur kızı çok sevmiş ve onu oğluyla evlendirmiş.
Kırk gün, kırk gece düğün yapmışlar.
Onlar ermiş muradına, biz çıkalım kerevetine …
En güzel peri masalları için Bizi takip etmeye devam edin..