
Bir varmış, bir yokmuş… Uçsuz bucaksız bir ormanda, birbirinden güzel ağaçlar yaşarmış. Kimi uzun, kimi kısa, kimi çiçek açar, kimi meyve verirmiş. Bu ormanda her şey uyum içindeymiş, ta ki güçlü rüzgar gelene kadar!
Rüzgar, ormana estiğinde ağaçların yaprakları hafifçe sallanır, dallar tatlı bir melodiyle dans edermiş. Ama bazen rüzgar öyle şiddetli esermiş ki ağaçların dallarını kırar, yapraklarını savururmuş.
Büyük meşe ağacı bir gün rüzgara seslenmiş:
“Ey rüzgar! Neden bu kadar sert esiyorsun? Dallarımızı kırıyorsun, bizi zorluyorsun!”
Rüzgar gülmüş. “Benim işim esmek! Eğer güçlü değilseniz, bu sizin suçunuz!”
İnce uzun söğüt ağacı, nazikçe fısıldamış:
“Ama biz burada büyümek istiyoruz. Sen çok sert estiğinde dallarımız kırılıyor, bazılarımız kökünden sökülüyor.”
Rüzgar kibirle cevap vermiş:
“İyi ya sadece en güçlüler büyümüş olur”
Ancak rüzgarın bilmediği bir şey varmış… Ağaçlar birlikte güçleniyormuş.
Koca meşe ağacı, narin söğüt, çam ve koca kestane ağacı birlik olup köklerini daha derine salmaya başlamış. Söğüt, esnek dallarıyla rüzgara meydan okumuş, meşe ağacı köklerini toprağa daha sıkı tutmuş, çam ağacı iğne yapraklarıyla rüzgarı süzerek onun hızını kesmiş.
Günlerden bir gün, rüzgar yine tüm gücüyle esmiş. Ama bu sefer ne ağaçlar devrilmiş, ne dallar kırılmış. Çünkü hepsi birlik olup rüzgarın gücüne karşı koymayı öğrenmiş.
Rüzgar bunu görünce şaşırmış. “Nasıl oldu da sizi deviremedim?” diye sormuş.
Meşe ağacı gülümsemiş:
“Sen güçlü olabilirsin, ama biz de akıllıyız! Birlik olduğumuzda, hiçbir fırtına bizi yenemez!”
O günden sonra rüzgar, ağaçlara daha nazik davranmaya başlamış. Ormanda yine tatlı bir melodi duyulur olmuş; rüzgarla dans eden dalların, şarkı söyleyen yaprakların melodisi..
Ve orman, huzur içinde yaşamaya devam etmiş. Sonunda rüzgar da anlamış ki, bazen güç değil, uyum kazanırmış.