Bir varmış, bir yokmuş. Bir zamanlar, çok uzak bir köyde, herkesin yardıma koştuğu, gönlü geniş bir kadın yaşarmış. Bu kadın öyle cömertmiş ki, sahip olduğu her şeyi başkalarıyla paylaşmak için yarışırmış. Bir gün, tarlasında büyük bir bağ yetiştirmiş. Bağındaki üzümler öylesine lezzetliymiş ki, her yıl hasat zamanı, köydeki herkes ona gelip üzüm toplarmış. Kadın ise kimseye dur diyemez, herkesin istediği kadar üzüm almasına izin verirmiş.
Bir gün, bir yabancı köye gelir ve kadınla tanışmak ister. Kadın, ona en güzel üzüm kütlesini verir ve sofraya davet eder. Yabancı, kadının cömertliğine hayran kalır ve ona şöyle der:
“Bu kadar çok üzüm ve nimet varken, neden bu kadar fazla cömertlik gösteriyorsun? Neden kimseye hayır demiyorsun? İnsanlar bazen istediklerini alır ve bir daha seni hatırlamazlar. “
Kadın gülümseyerek cevap verir:
“Benim amacım, sahip olduğumla mutlu olmak değil. Her bir üzüm tanesi, başkalarına bir neşe, bir umut olsun. Hayatımı böylece daha değerli kılabilirim.”
Yabancı, kadının sözlerini anlamamış gibi başını sallayıp ayrılır. Ancak yıllar geçtikçe köydeki insanlar kadının cömertliğini unutmaz, her yıl bağın hasat zamanında yardımlaşarak üzüm toplarlar. Kadın, her geçen yıl daha mutlu, daha huzurlu bir şekilde yaşar. Onu örnek alan köylüler de yardımlaşmayı öğrendiler.
Gökten üç elma düşmüş; biri masalı yazanın başına, biri dinleyenin başına, biri de tüm cömert insanların başına…