Sabahın soğuk rüzgârını ensesinde hissettiği anda titremeye başlamıştı Minik Oğlan. Sabahları evden çıkıp yürüyüş yapmaya bayılırdı; yol boyunca gördüğü kedileri sever, ağaçların altında dikilip dallarına doğru bakardı. Yaşadığı yerde yaz mevsimi dahi oldukça soğuk geçerdi, bu yüzden de üstünden montu eksik olmazdı. Gelgelelim, hep emekli kesimin yaşadığı bir yerde oturuyorlardı, bundan ötürü hiç yaşıt arkadaşı olmamıştı. Annesinin veya babasının arkadaşlarıyla ettiği sohbetleri, esnafın ısmarladığı gazozları saymazsak ailesi dışında kimse ile bir iletişimi yoktu. Zaten bu yüzden sabahları erkenden kendisini sokağa atar, babasının hediye ettiği müzik çalarıyla hiç sıkılmadan dolaşırdı. Altıncı doğum gününde hediye etmişti babası o müzik çaları; babası tam bir sanat sevdalısıydı, evlerinin duvarlarını da onlarca tabloyla ve duvar kağıtlarıyla süslemişti, düz bir yaşantının kendisine sıkıcı geldiğini söyler dururdu hep. Buna rağmen annesi kuralcı bir kadındı, sağda solda kablo görürse etrafı ayağa kaldırır, makineye koyulmamış bir bulaşık görürse soluğu babanın yanında alırdı. Minik Oğlan bunları çok sakin bir şekilde izlerdi, en nihayetinde işler hep tatlıya bağlanırdı zaten.
O gün de öğlen saatlerine kadar bir başına dolaştı Minik Oğlan; sabah dükkanlarını açan esnaflara eliyle selam verdi, börekçi Nalan Abla’nın mıncırmalarına dayanmak zorunda kaldı, yol kenarında yatan köpekleri sevdi… Hatta köpeklerden birisi Minik Oğlanın peşine takıldı eve kadar, dost canlısı hayvanlardı sonuçta, evin kapısına geldiğinde durdu ve köpeği son bir kez daha sevdi, hızla merdivenlerden çıkıp dolapta bulduğu bir parça eti balkondan köpeğin önüne doğru fırlattı, aç kalmasını istememişti. Üstünü çıkartmak için odasına yöneldi, odası bilindik çocuk odalarını hiç andırmazdı. Televizyonda gördüğü rengarenk duvarlara sahip, yarış arabasına benzeyen yataklı odalara hiç özenmemişti. Düz tahtadan bir yatağı, aynı renkte dolabı ve çalışma masası vardı, o kadar. Henüz okuma yazma bilmiyordu, seneye okula başlayacaktı, ona rağmen babası miniğe pek çok resim kalemi, kâğıdı ve boyama kitabı almıştı, içinden bir sanatçı çıkacağına inanıyordu. Minik de resim yapmaya bayılırdı, ama yeteneğine çok güvenmiyordu, hatta genelde çizdiklerini yatağının altında saklayıp biriktirirdi kimselere göstermeden. Biriktirdikleri yalnızca bunlar da değildi, babası her gün okuduğu gazeteyi mutfağa bırakırdı, Minik de babasından izin aldıktan sonra o gazeteleri alıp odasına götürürdü, doğruca yatağın altına. Aklında daha farklı bir şey vardı.
Annesi kahvaltı için çağırdı miniği. Babası çoktan işe gitmişti hazırlanıp. Annesi ise patates kızartmıştı Minik için, masa ise oldukça doluydu; domatesler, zeytinler, peynirler, çeşitli meyve reçelleri ve çay demliği… Minik bu arada yemek yemeyi çok severdi, annesi önüne ne koyarsa hiç mızmızlanmadan yer, sonrasında ellerini yıkamaya koşardı. Annesi öyle öğretmişti sonuçta, yemek yedikten sonra eller yıkanırdı hiç bekletmeden. Annesi ile sohbet etti Minik kahvaltı esnasında, annesini çok severdi, gününün nasıl geçtiğini anlattı detaylarıyla. Gördüğü kedileri, köpekleri, esnafları, Nalan Abla’yı… Güvenilir bir muhitti o taraflar, ailesi bahsettiği herkesi tanır bilirdi. İçleri rahattı. O esnada annesinden bir haber aldı, karşı apartmana yeni birileri taşınmıştı, kırmızı bir arabaları vardı hatta, Minik Oğlan eve girerken görmüş çok da beğenmişti. Onlarla tanışmaya gideceklerdi bugün annesi ile.
Hazırlanıp çıktılar evden, annesi yanında kek de götürüyordu. Kapıyı çaldılar, çok güler yüzlü bir kadın karşıladı onları. Yeni evli bir çiftmiş, ikisi de öğretmen. Minik Oğlanın seneye gideceği okula atanmışlardı, “Umarım öğretmenim olurlar, çok iyi insanlar.” diye geçirdi içinden minik. Kapıdan koşarak bir çocuk girdi içeriye, miniğin karşısında durdu. Birbirlerine utangaçça bakıyorlardı, tanışmak için can atmalarına rağmen. Minik çok heyecanlandı, çünkü kendisi dışında hiçbir çocuk tanımamıştı bugüne kadar. Atakan’dı çocuğun adı. Zar zor tanıştıktan sonra sokağa indiler beraber. Çocuk biraz zıpırdı, sürekli koşup takla atıyor, ağaçlara tırmanmaya çalışıyordu, Minik Oğlan bu kadar enerjik değildi. Atakan ile en yakın arkadaş oldular zamanla. Çok yaratıcı bir çocuktu Atakan, gördüğü her şeyi çizmeye çalışıyordu, resme yeteneği de oldukça fazlaydı. Bu sayede Minik Oğlan da geliştirdi kendisini zamanla. Ancak Minik Oğlanın aklına daha farklı bir şey gelmişti. Annesinden yardım istedi.
Biriktirdiği onca çizimi ve gazeteyi gün yüzüne döktü. Gazetede gördüğü insanların, hayvanların, binaların, arabaların ve daha birçok şeyin fotoğraflarını kestiler makasla. Boş bir kâğıdın üzerine türlü türlü doldular, birbirinden alakasız onlarca fotoğrafın bir arada durması Minik Oğlanın çok hoşuna gitmişti. Babasına yaptığı işi gösterince babası bir kahkaha attı, yaptığı şeyin “kolaj” sanatı olduğunu anlattı ona. Minik oğlan dikkatle dinledi, babası çok mutlu olmuştu böyle bir hobi edinmesine. Günler geçtikçe Minik Oğlan bir sürü kolaj yaptı, Atakan ile birlikte odaya kapanıp saatlerce görsel işler yaptılar. Atakan çizdi, Minik Oğlan kesip biçti, sonra da yapıştırdı kâğıda dilediğince.
Her iki aile de çok mutluydu bu dostluktan, hemen hemen her gün birbirlerinin evlerine gidip geliyorlar, dışarıda yemeğe çıkıyorlardı. Aylar sonra Atakan’ın ailesi okullarında bir sanat sergisi düzenlediler. Elde edilen tüm geliri de hayvan barınağına bağışlayacaklarını söylemişlerdi Minik Oğlan’a, kabul etmemesi imkansızdı. Atakan’ın da Minik Oğlan’ın da eserlerini sergilediler, böylelikle pek çok yaşıtlarıyla tanıştı ikisi de. Artık mahallelerine pek çok arkadaşı geliyor, birlikte müzik dinliyor, resim çiziyor hatta aralarında doğaçlama tiyatro bile yapıyorlardı. Bu aktivitelerin mahallelerinde gelişmesiyle birlikte Minik Oğlan’ın babası mahalle esnafıyla anlaşıp parkta bir sinema gecesi düzenledi; projeksiyon makinesini bilgisayarcı, meyve suları ve sandviçleri bakkal, sandalyeleri çiçekçi Nalan Abla getirdi, afişleri Minik Oğlan ve Atakan hazırladı. Tüm mahalle halkı da katıldı bu gösteriye, o gece Oyuncak Hikâyesi izlendi neşeyle. Okuldan tanıştıkları tüm arkadaşları da gelmişlerdi aileleriyle, gecenin sonunda aileler sohbet ederken çocuklar saklambaç oynadı. Daha öncesinde bu kadar eğlendiğini hatırlamıyordu Minik Oğlan. Atakan da farklı sayılmazdı, ancak bunun farkına varamayacak kadar zıpırdı Atakan, terden su olana kadar koşturdu, diğer arkadaşlarıyla ebeyi kandırmak için kıyafet değiştirdi, hatta bir ağaca tırmanıp yarım saat gizlendi. Bu zıpırlıkları bazen ailesinden azar yemesine sebep oluyordu, ama Atakan’a uzun süre kızamazdı kimse, kıyamazdı o tatlılığa. Minik Oğlan’ın öyle dertleri yoktu zaten, hayatında ilk defa o gece bu kadar koşturmuştu, ne eğlenmişti ama!
Gecenin sonunda aileler vedalaşıp dağılmaya başladı. Atakan gitmek istemiyordu, ama bir süre sonra o da direnemedi. Minik Oğlan ise oldukça yorgun düşmüştü; hem o etkinliği düzenleyip hem de oyun oynamak epey yorucuydu. Eve gittiğinde ailesine iyi geceler dileyip hemen yatağına yattı. Sanat Minik Oğlan’ı çok heyecanlandırıyordu artık; arkadaşları, eğlenceleri, hayalleri hep sanat sayesinde gerçekleşmişti. Gözlerini kapatmadan önce müzik çalarını aldı yanına, müzik dinleyip uyuyacaktı. Aniden yatağından kalkıp babasının yanına koştu, kocaman sarıldı ona. “Teşekkür ederim babacığım.” dedi, “iyi ki sanat nedir öğrettin bana.”
Bu geceyi kovalayan günler hep keyifle dolu geçti Minik Oğlan için. Gazetelerden fotoğraf kesmekten hiç bıkmadı, Atakan ise hep zıpır bir çocuk olarak kaldı.
ÖĞRETİCİ MASALLAR, MASAL SARAYINDA..